Bu gün benim için özel birinin,' büyük dedemin', 2002 yılında yerel bir gazetede de yer vermiş olduğum biyografisini sizlerle de paylaşmak istedim.
Veyszade Mustafa Bey '1880-1943
'. Veysoğlu Ahmet ağanın oğludur. Anne Konançlar dan Ayşedir. Giyim tarzı nedeni ile' hışır' lakabını almıştır. Veysoğlu olmasına karşın bu lakapla anılmıştır. Sonraki nesil de Bulancak' ta bugün bile bu lakapla anılmaktadır. Bulancak'a yerleşen ilk ailelerdendir. Ticari alanda oldukça başarılı girişimlerde bulunmuş ve Cumhuriyet döneminde de bir çok ticari başarıya imza atmıştır. Fındık üretimi ile uğraşmış imkansızlıklara karşın fındığı el değirmeninde çektirerek kayıklarla İstanbul'a yollamış ve Almanlara fındık ihracatı yapmıştır.
Cumhuriyet devrinde 'ilk' Bulancak'ta küçük çapta bir kereste fabrikası kurmuştur. Her nasılsa bir yangın da tamamen yanmıştır. Fakat daha büyük bir azim ve gayretle sahilden 55 km. kadar içeride Bektaş yaylası yolundan ayrılan Boğaz oba bölgesinde orman dahilinde yeniden fabrika kurmayı başarmış ve hemen hemen bütün servetini harcamıştır. Bir yıl içinde '2500' m. ölçüsünde kereste imal ve ihsar (meydana getirme) eden bu fabrika 36 beygir kuvvetinde idi. Mevcut tezgahları:
1.Büyük tezgah: 65-65 ebadında işleme işini gören 60 adet hızar.
2. Küçük tezgah: Yumurta sandığı 18 hızarı vardı, 45-45 ebadında kütüğü işler.
3. Yumurta sandıklarının kenarını almak için yuvarlak hızar.
4. Tomrukların başlarını düzeltmek için diğer bir tezgah, birde torna vardı. Günde 6-7 mal çıkarırdı. Ancak orman baş müdürlüğü ile yapılan mukavelenin bazı kısımları üzerinde çıkan sorun nedeni ile 1931- 32 gibi faaliyetine son verilmiştir. Kazanı hala Boğaz oba da durmaktadır.
Ticari çalışmaları arasında çömlek üretimi, çuval dokuma da bulunmaktadır. 12 çocuk sahibi olan Mustafa bey okuma yazma bilmemesine karşın mükemmel matematik zakasına sahipti. Hala çocukları ve neslinin bir kısmı Bulancak ta varlığını sürdürmektedir. Bulancak'ın yetiştirdiği ender ticaret adamlarından biri olan Hışır Mustafa bey ( Özcan ) çalışkan, zeki, renkli kişiliği ile belleklerimizdeki yerini korumaktadır. Kendisini rahmet ve saygı ile anıyorum.
Tarihsel belgelere ve araştırmalara dayalı alıntılar, makaleler, görseller ve hikayeler orjinal metni bozmadan türkçeleştirilerek ve yorumlar eşliğinde paylaşılmaktadır.
30 Aralık 2015 Çarşamba
29 Aralık 2015 Salı
Manakyan,Raşit Rıza ve Baba Saffet'ten tiyatro hatıraları

Sizinle bugün değişik bir hatıra paylaşmak istedim. Muhsin Ertuğrul’un perde ve sahne eserini okurken çok hoşuma gitmişti. Umarım sizde severek okursunuz. Türk tiyatrosuna emeği geçmiş üç değerli insanın hatıraları. Manakyan, Raşit Rıza ve Baba Saffet.
İlk paylaşacağım hatıra Manakyan’ın sansürle
ilgili yaşadığı bir hatırası.
Abdülhamit döneminde son yıllarda tiyatroyu fazla sıkıştırmaya
başlamıştı. Tiyatro sansüründen kumpanyaların çekmedikleri kalmıyordu. Sansür, akla gelmedik
pürüzler çıkarıyor, zavallıların başına dert açıyordu. Bu konu ile ilgili
Manakyan’ın yaşadığı bir olay:
- ‘Anatol’ün buseleri ‘ adlı
bir komedi tercüme etmiştim. Sansüre gönderdik, bir iki gün cevap
çıkmadı.Nihayet bir memur geldi: ‘Sansür
bey, sizinle konuşmak istiyor. ‘ dedi. Kalktım, sansürün yanına gittim. Beni
nezaketle kabul etmişti ve yine nezaketle anlattı. Şaşırdım kaldım. ‘Anatol ‘
kelimesine itiraz ediyormuş, Anatol derken, Anadolu hatıra geliyormuş. ‘Anatol’ün buseleri’ Anadolu ile öpüşmeyi
hatırlatıyormuş. Bu olmazmış. Ne diyebilirim ki piyesi alıp yeni baştan yazmak
bir mesele idi. Mevsim ramazandı. Hemen her gece piyes değiştirdiğimiz için,
göz açacak vaktimiz yoktu. Sansüre durumu söyledim. Düşündü: ‘ Bir çaresi var,
dedi. ‘ Emrediniz’ dedim. Sansür, şu çareyi bulmuştu: ‘ Anatol’ ü oynarken
Anatöl gibi telaffuz edersiniz’ ucuz kurtulmuştuk. Manakyan ilave etmişti: - O
zaman çalışmak çok zordu.
O, Meşrutiyet yıllarında sahneden çekilmişti.
Çok ihtiyarlamıştı, yorgun,
, bitkindi. Yeni yetişenler, bir
gün eski tiyatroyu tenkit ediyorlarmış. Manakyan dinlemiş, dinlemiş nihayet:
-
Biz tiyatroya başladığımız zaman, halk tiyatro nedir
bilmiyordu. Mesela Kadıköyün de, Kuşdilindeki salaş kadınlara oyun veriyorduk.
Kadınlar kucaklarında kundakta çocuklar, koltuklarında tencerelerle
geliyorlardı. Localardan localara ip gerip beşik kuruyorlardı. Biz halka,
iskemlede oturup tiyatro seyretmesini öğrettik. Artık bundan sonrasını siz
yapacaksınız. Cevabını vermiş. Onun bu hakkı inkar edilemez.
-
-
Abdülhamit,
sahnede Türk isimleri de istemiyordu. Hep tercüme oynadığı için Manakyan’ın
korkusu yoktu. Fakat tulüatçılar ter döküyorlardı. Tehlikeden kurtulmak için
bir yol aradılar, buldular. İlanlar acayip isimlerle donatıldı: Carha, Barha,
Mendehar, Şatrak, Zalhir vs. Komiklerin isimleri de şunlardı: Fındık, Rehber,
Tombul, Vardalabomba vs.
Evet, birazda Manakyan’ın bir de oyun içerisinde yaşanmış ilginç
anılarına değinelim. Manakyan bir
melodram oynuyordu. Piyeste, Kont iflas etmiş, konağın eşyaları haczedilmiş,
satılacaktı. Piyeste, kumpanyanın bütün artistleri rol almıştı. Haciz sahnesi
için bir ‘ muhammin’ lazımdı. Manakyan ahbaplarından birine yalvardı: - Büyük
bir rol değil. Muhammin efendi, geliniz diyecekler. Sahneye çıkacaksın, sahnede
eşyaları gösterecekler: ‘ Muhammin efendi, bu eşyalar ne eder?’ diye
soracaklar. Sen: ‘ Yüz bin frank’ diyeceksin. İşte bu kadar kolay. Adamcağız, kendi halinde, ağır başlı bir insan. Manakyan’ın
yalvarmalarına dayanamıyor, kabul ediyor. Piyes başlıyor. Sıra haciz sahnesine
geliyor. Muhimmin sahneye çıkıyor. Sahnede, çatlak mermerli bir demir masa,
masanın üzerinde ciltleri kopuk iki kitap, üç yüzlü bir kurşun şamdan, masanın
etrafında da kaba hasır dört kahve iskemlesi var.
Soruyor: -Muhimmin efendi, bu eşyalar ne eder?
Muhimmin bir eşyalara bir halka bakıyor, cevap
vermiyor.
–Muhimmin efendi, bu eşyalar ne eder?
Muhimmin tekrar eşyalara ve halka bakıyor,
yutkunuyor, yüz bin frank demeye dili varmıyor. – Muhimmin efendi, bu eşyalar
ne eder?
Muhimmin yine eşyalara ve halka bakıyor, sağ
kolunu hiddetle savuruyor: Metelik bile etmez, ahbar. Yüz bin frank demek
muhimmin’in namusuna dokunmuştu.
Yine bir gece, başka bir melodram da, Kont iflas
etmiş, şatodan çıkmak zorunda kalmıştı. Kont çoluğuna, çocuğuna bakıyor ve
inliyor:
-
Evlatlarım, bu şatoyu bırakıp ta nereye gideceğiz?
-
Parodide bir ses
cevap veriyor: Merak etme bey baba, ayda iki mecidiyeye ben bundan daha alasını
sana bulurum.
-
Sahnemizin dünkü
farkı ile bugünkü kibarlığı akla durgunluk verecek derecededir.
-
-
Birde sanatçı haysiyeti ile ilgi bir anı.
-
Manakyan, rolü
çok melodram da, fazla adama ihtiyaç olduğunu anlayınca komşu tulüatcılardan
bir iki aktör almayı düşündü. İki tulüatcı buldu. Tulüatcıların biri, nöbetçi
muhafız rolü alacak, sahneye gireceklere soracaktı: Parola. Eğer sahneye giren
‘ Anatol Rincer’ derse: Geç, diyecekti. Rol gayet basitti. Sırası gelince
tulüatçı sahneye çıkıyor ve gelene soruyor:
-
- Parola
-
– Anatol Rinçer.
-
Tuluatçı cevap
veriyor: Anadolu rençberi isen, geç.
-
Kuliste Manakyan
saçlarını yoluyor, oyun bitince tuluatçıya çıkışıyor:
-
- Ne halt ettin.
-
Tulüatçı
umursamıyor:
-
Tam tuluatın
sırasıydı. Bir gece sende şanoya çıkacağım diye sanatımı bozamam.
-
Her sanatçının
kendine göre haysiyeti vardır.
-
Şimdide biraz
Raşit Rıza ve baba Saffet anılarına değinelim. Raşit Rıza ‘ Türk tiyatrosu’ ile
tepebaşında temsiller veriyordu. ‘Nobiesse
obilge’ den adapte edilen ‘ iki cambaz’ sahneye konmuştu. Kiproko’su çok,
mizanseni güç bir vodvildi. Emektar aktörlerden rahmetli Baba Saffet’ te ‘ Türk
tiyatrosunda’ idi. Baba o gece biraz fazlaca kaçırmış olacak ki, hala
sallanıyordu. Gözleri kan çanağı idi ve biraz pelte konuşuyordu. Sahnede, iki
kişiyi karşılıklı odalara kapatacaklardı ve bu iki kişinin birbirini
görmemeleri lazımdı. Baba Saffet odaya kapatıldı. Tekrar sahneye çıkması lazım
geldiği zaman, karşıdaki odanın kapısını açıp çıkmaz mı? Kiproko mahvolmuştu. Raşit Rıza fena
içerlemişti, Baba Saffet’e bağırdı:
-
:- Yaptığını beğendin mi?
-
Baba gayet
sakindi:
-
- Öbürünü benim
odadan çıkarsaydınız.
-
– Halk farkına
varmaz mı? - Buraya sahi diye
gelmiyorlar ki ,oyun oynadığımızı biliyorlar..
-
-
Raşit Rıza ve
Baba Saffetin birde turne hatırası var ki paylaşmaya değer.
-
Baba Saffet
şahsına münhasır insanlardandı. Raşit Rıza Anadolu ya turneye çıkmışlar. Adana ya
da uğrayacaklar.
-
Baba Saffeti
çağırıyor: - Sen bizden önce gidersin. Oteli temin edersin. Duvar ilanlarını , el ilanlarını çıkartırsın. Tiyatroyu da
tutarsın. Bizi de istasyonda karşılarsın. diyor.
-
Baba Saffet
başını sallıyor: - Peki… Sen hiç merak etme.
-
Hemen Adana
yolunu tutuyor. Bir iki gün sonra Raşit Rıza kumpanya ile birlikte Adana ya
geliyor. Trenden iniyorlar. Karşılayan yok. Şehre doğru yürüyorlar. Duvarlarda
afişler yok. Yolda aheste, aheste yürüyen Baba Saffet’ e rastgeliyorlar.
-
Raşit Rıza
soruyor:
-
- Niye karşılamadın?
-
Baba Saffet gayet sakin:
-
-Geliyordum.
-
– Senin keyfin
olana kadar istasyonda mı bekleyecektik? Peki duvar afişlerine ne oldu?
-
- Daha çıkmadı.
-
, – El ilanları?
-
– Matbaacı ile anlaşamadım.
-
– Peki otel
tutuldu mu?
-
–Hayır, Oda çok şimdi tutarsınız.
-
Raşit çileden
çıkmak üzere:
-
- Peki tiyatro kiralandı mı?
-
Baba Saffet,
şikayet eden bir tavırla kollarını açıyor:
-
- Birader, onu da
mı ben yapacaktım?
-
-
Son olarak
Raşit Rıza’nın bir sahne anısı.
-
Raşit Rıza
rahmetli Şadi ile birlikte ‘ Ankara şehir tiyatrosunu kurmuştu. Birkaç
temsilden sonra Şair Behçet Kemal Çağlar’ın tarihi, manzum ‘Timur’ piyesine sıra geldi.
Yeni dekorlar, yeni kostümler yapıldı. Bu piyesin bir sahnesinde ‘ Timur’
yabancı, uzak memleketlerden gelmiş elçileri kabul ediyor. Yanında karısı
‘Ulcay’ ve kumandanları, vezirleri, nedimleri var. Tahta kerevet üzerine
halılar serilmiş, ‘ taht’ kurulmuş. ‘ Timur’ elçileri huzuruna kabul ediyor.
Elçiler arasında Hint elçisi de var. Bu rolü Şehir tiyatrosu artistlerinden
Yaşar Nezihi oynuyor. Hint elçisi sahneye girince ilerliyor, ‘ Timur’ un
ayaklarına kapanıyor ve emir bekliyor. Raşit usulca fısıldıyor: - Yaşar seni bir
saat yerde pestil gibi yatırayım mı? ‘Ulcay’ rolünde Şaziye, bunu duyuyor.
Gülecek ama kendini tutuyor. Tutuyor ama bir derece. Kemerinde bir hançer var
içinden gülüyor ve hançer oynuyor. Yerde yatan Yaşarın da siniri tutmuyor mu?
-
Kulise döndüğü
zaman, yorgun bir soluk alıyor: Az kaldı fırlayıp bağıra bağıra
gülecektim. Artistler yalnız halka karşı
oynamıyorlar, kendi aralarında da oynuyorlar.
-
Başka türlü olsa
sahnenin eziyeti çekilir mi?
-
-
Bu güzel hatıralarda sonra biliyorum ki her
sanatçının böyle güzel anıları vardır. Ben sizinle ilklerin anılarını paylaşmak
istedim. Öğretmenlik hayatımda
amatör olarak okul tiyatrosu yaptığımız günlerde bizler bile unutulmayacak hoş anılar yaşadık ve anımsadıkça tatlı bir tebessümle gülümsüyoruz. Sahne kokusu bir başkadır ki bunu gerçekten yaşayanlar bilir. Büyük bir özveri gerektiren tiyatro bu güzel anılar yaşanmasa çekilmezdi sanırım. Tiyatronun var oluşunda emek veren Manakyan, Raşit Rıza, Baba Saffet onları tekrar buradan saygı ile anıyorum .
amatör olarak okul tiyatrosu yaptığımız günlerde bizler bile unutulmayacak hoş anılar yaşadık ve anımsadıkça tatlı bir tebessümle gülümsüyoruz. Sahne kokusu bir başkadır ki bunu gerçekten yaşayanlar bilir. Büyük bir özveri gerektiren tiyatro bu güzel anılar yaşanmasa çekilmezdi sanırım. Tiyatronun var oluşunda emek veren Manakyan, Raşit Rıza, Baba Saffet onları tekrar buradan saygı ile anıyorum .
28 Aralık 2015 Pazartesi
Mustafa Kemal Atatürk'ün cenaze töreninden kısa anımsamalar

Bunu'da paylaşmadan geçemedim Atatürk'ün cenaze alayına iştirak eden Şehir tiyatrosu sanatkarları kendi elleri ile yaptıkları muazzam bronz çelengi taşırken
27 Aralık 2015 Pazar
Bir Okul Hikayesi..
Savaş zamanı Ruslar'ın Karadeniz'i işgali sırasında Giresun, Harşıt köprüsüne kadar geldiğini ve sonradan Rus ihtilalinin gerçekleşmesi üzerine geri döndükleri sırada, Trabzon da dahil orada yaşayan insanların Giresun ve Fatsa'ya kaçış öyküleri anlatılır; bununla ilgili Giresun'da anlatılan daha nice öyküler duyabilirsiniz. Benim de annemden duyduğum bir anlatım vardır; babaannemin dedesi olan ve kirazoğlu hoca diye anılan kişi "harşıtı geçemeyecekler kaçmayın" demiştir. Bu fotoğrafın öyküsü de o dönemlere ait bir eğitim hikayesidir.
O zamanlarda Trabzon'da bulunan muallim okulu da geçici olarak eğitimini sürdürmek için Giresun'a gelmişler, kısa bir sürede olsa orada eğitim vermeye devam etmişler ve geri çekilme olunca okul tekrar Trabzon'a geri dönmüştür. Bu fotoğrafta okulun geri dönüşü sırasında orada görev alan öğretmenlerin toplu çektirdikleri veda fotoğrafıdır. 1918 yılına ait olan Giresun Darülmuallim Okulu öğretmenlerinin veda hatırasında sırası ile öğretmenlerin adları ise; Katip müdürü Mükerrem Ferit bey, Hasan Sami Lokman bey, Muhterem Sami Ömer bey, Tarih öğretmeni Kamil Musa bey, Katip Hadimi Suffan bey, Natıkan-ı İlmi Fehmi bey, İslam dini sulh hocası Şerif bey, Natıkan-ı yasin saki Osman Fikret bey, Muallim Cafer bey'dir. Bu arada o dönemle ilgili kendisinden dinlediğim Osman Fikret Topallı ve eşi Hüsniye hanımında tanışmaları da bu olay nedeni ile olmuş. Hüsniye hanım eğitimini İstanbul da almış ve Anadolu ya sanırım Beşikdüzü (yanılmış olmayayım) atanmış. Savaşın çıkması sonucu babası tarafından tekne ile Fatsa'ya gönderilmiş. Bu sırada Mefküre Hanım, Hüsniye Hanımın kurtarabildiği tek eşyasının çeyiz sandığı olduğunu söylemişti. Savaş bitince tekrar görev yapmak üzere Beşikdüzü yerine Giresun'a gelmiş. Kendisi okulun bir odasında kalarak eğitim veriyormuş. Sonra Osman Fikret beyle tanıştırılıyorlar ve evleniyorlar. Giresun'un ilk bayan öğretmenlerinden mi bilmiyorum ama bildiğim tek şey bu iki aydın insanın Giresun da tiyatro, kızılay, halk evleri, köşe yazarlıkları, eğitim vb. bir çok sosyal alanda yer aldıkları ve öncülük ettikleridir. Bu iki aydın insanı saygı ile anmamak mümkün değil. Her insanın bir hayali vardır ya bazen bu konuda hayal kuruyorum. 1927 den önce yaşadıkları Bulancak'ta bulunan ev hala ayakta ve o evin onlar adına müze gibi olması hayali de benim gerçekleşmesini istediğim bir dileğim. Gerçekleşmesi zor biliyorum dediğim gibi hayal işte.. Bu saygıdeğer insanları rahmet ve saygı ile anıyorum.
26 Aralık 2015 Cumartesi
Giresun Tiyatrosuna Bir Bakış
Bu fotoğraf kime ait diye soracaksınız. Giresun tiyatro tarihinde önemli yer tutan İntibah-ı Milli isimli ilk şehir tiyatrosu sayılacak tiyatro kulübünün kurucusu Giresun iskele binbaşısı Halilzade İbrahim Bey'e ait. Kuruluş tarihi olarak 1320, bugünün tarihi ile yaklaşık 1904 yıllarına denk geliyor. Bilindiği üzere Türkiye'de ilk darülbedai 1914 yılında Operatör Celil Paşa tarafından kurulmuştur. Giresun'da hala daha devam eden tiyatro aşkının temeli, Giresun'da tiyatro tarihinin bu kadar geçmişe dayanması olmalı. Çok eskiye dayanan tiyatro tarihi için Darülbedai de önemli bir mevki-i olan Raşit Rıza bey ilk heyecan devrelerini Giresundaki doğu tiyatrosunda yaşamıştır. Hatta 'Efendiler ilk Darülbedai Giresun da açılmıştı' diye ifade ettiği bile söylenir. Giresun un değerli şairlerinden biri olan Can Akengin de tiyatroda yer alıp oyunlar oynamış olarak bilinir. Daha sonra Türk ocağında 1923 senesinde kurulan ve Giresun da öğretmen olan Faruk bey tarafından çalıştırılan Giresun spor kulübü tarafından da temsiller düzenlenmiş ve Canavar adlı oyun sergilenmiştir. 1933 de Halk evlerinin kurulması ile tiyatro geleneği devam etmiş ve ilk temsilleri Mete adlı oyun olmak üzere Sevr'den Lozan'a, Kahraman, Himmetin oğlu, Belkıs, Hedef, Kozanoğlu, Yanlış yol, Sokrates in Filoktetes adlı eseri, Şen ocağın şerefi, Nakliye kantarı, Erkek kukla, Ceza, İhtiyar kız,Çıldıran adam, amatörlerin hazırladığı Laz uşakları adlı müzikaller sahnelenmiştir. Lise olarak ta Giresun Lisesi Paydos adlı eseri sergilemiştir. Bitmeyen bir macerası olan Giresun tiyatrosu hala başarıları ile hayatına devam etmektedir.
Can Akengin Tiyatro Kıyafetleriyle
Hisseişayıa'nın İlk Gösteriminden Bir Sahne
Çıldıran Adam piyesinden bir sahne
İhtiyar Kız isimli komedi oyunundan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)