29 Aralık 2015 Salı

Manakyan,Raşit Rıza ve Baba Saffet'ten tiyatro hatıraları





Sizinle bugün değişik bir hatıra paylaşmak istedim. Muhsin Ertuğrul’un perde ve sahne eserini okurken çok hoşuma gitmişti. Umarım sizde severek okursunuz. Türk tiyatrosuna emeği geçmiş üç değerli insanın hatıraları. Manakyan, Raşit Rıza ve Baba Saffet.
 İlk paylaşacağım hatıra Manakyan’ın sansürle ilgili yaşadığı bir hatırası.
  Abdülhamit döneminde son yıllarda tiyatroyu fazla sıkıştırmaya başlamıştı. Tiyatro sansüründen kumpanyaların  çekmedikleri kalmıyordu. Sansür, akla gelmedik pürüzler çıkarıyor, zavallıların başına dert açıyordu. Bu konu ile ilgili Manakyan’ın yaşadığı bir olay:
- ‘Anatol’ün buseleri ‘ adlı bir komedi tercüme etmiştim. Sansüre gönderdik, bir iki gün cevap çıkmadı.Nihayet bir memur geldi:  ‘Sansür bey, sizinle konuşmak istiyor. ‘ dedi. Kalktım, sansürün yanına gittim. Beni nezaketle kabul etmişti ve yine nezaketle anlattı. Şaşırdım kaldım. ‘Anatol ‘ kelimesine itiraz ediyormuş, Anatol derken, Anadolu hatıra geliyormuş.  ‘Anatol’ün buseleri’ Anadolu ile öpüşmeyi hatırlatıyormuş. Bu olmazmış. Ne diyebilirim ki piyesi alıp yeni baştan yazmak bir mesele idi. Mevsim ramazandı. Hemen her gece piyes değiştirdiğimiz için, göz açacak vaktimiz yoktu. Sansüre durumu söyledim. Düşündü: ‘ Bir çaresi var, dedi. ‘ Emrediniz’ dedim. Sansür, şu çareyi bulmuştu: ‘ Anatol’ ü oynarken Anatöl gibi telaffuz edersiniz’ ucuz kurtulmuştuk. Manakyan ilave etmişti: - O zaman çalışmak çok zordu.

 O, Meşrutiyet yıllarında sahneden çekilmişti. Çok ihtiyarlamıştı, yorgun,
, bitkindi. Yeni yetişenler, bir gün eski tiyatroyu tenkit ediyorlarmış. Manakyan dinlemiş, dinlemiş nihayet:
-          Biz tiyatroya başladığımız zaman, halk tiyatro nedir bilmiyordu. Mesela Kadıköyün de, Kuşdilindeki salaş kadınlara oyun veriyorduk. Kadınlar kucaklarında kundakta çocuklar, koltuklarında tencerelerle geliyorlardı. Localardan localara ip gerip beşik kuruyorlardı. Biz halka, iskemlede oturup tiyatro seyretmesini öğrettik. Artık bundan sonrasını siz yapacaksınız. Cevabını vermiş. Onun bu hakkı inkar edilemez.
-           
-           Abdülhamit, sahnede Türk isimleri de istemiyordu. Hep tercüme oynadığı için Manakyan’ın korkusu yoktu. Fakat tulüatçılar ter döküyorlardı. Tehlikeden kurtulmak için bir yol aradılar, buldular. İlanlar acayip isimlerle donatıldı: Carha, Barha, Mendehar, Şatrak, Zalhir vs. Komiklerin isimleri de şunlardı: Fındık, Rehber, Tombul, Vardalabomba vs.                                                                               
          Evet, birazda Manakyan’ın  bir de oyun içerisinde yaşanmış ilginç anılarına değinelim.  Manakyan bir melodram oynuyordu. Piyeste, Kont iflas etmiş, konağın eşyaları haczedilmiş, satılacaktı. Piyeste, kumpanyanın bütün artistleri rol almıştı. Haciz sahnesi için bir ‘ muhammin’ lazımdı. Manakyan ahbaplarından birine yalvardı: - Büyük bir rol değil. Muhammin efendi, geliniz diyecekler. Sahneye çıkacaksın, sahnede eşyaları gösterecekler: ‘ Muhammin efendi, bu eşyalar ne eder?’ diye soracaklar. Sen: ‘ Yüz bin frank’ diyeceksin. İşte bu kadar kolay.  Adamcağız,  kendi halinde, ağır başlı bir insan. Manakyan’ın yalvarmalarına dayanamıyor, kabul ediyor. Piyes başlıyor. Sıra haciz sahnesine geliyor. Muhimmin sahneye çıkıyor. Sahnede, çatlak mermerli bir demir masa, masanın üzerinde ciltleri kopuk iki kitap, üç yüzlü bir kurşun şamdan, masanın etrafında da kaba hasır dört kahve iskemlesi var.
 Soruyor: -Muhimmin  efendi, bu eşyalar ne eder?
 Muhimmin bir eşyalara bir halka bakıyor, cevap vermiyor.
 –Muhimmin efendi, bu eşyalar ne eder?
 Muhimmin tekrar eşyalara ve halka bakıyor, yutkunuyor, yüz bin frank demeye dili varmıyor. – Muhimmin efendi, bu eşyalar ne eder?
 Muhimmin yine eşyalara ve halka bakıyor, sağ kolunu hiddetle savuruyor: Metelik bile etmez, ahbar. Yüz bin frank demek muhimmin’in   namusuna dokunmuştu.
 Yine bir gece, başka bir melodram da, Kont iflas etmiş, şatodan çıkmak zorunda kalmıştı. Kont çoluğuna, çocuğuna bakıyor ve inliyor:
-          Evlatlarım, bu şatoyu bırakıp ta nereye gideceğiz?
-           Parodide bir ses cevap veriyor: Merak etme bey baba, ayda iki mecidiyeye ben bundan daha alasını sana bulurum.
-           Sahnemizin dünkü farkı ile bugünkü kibarlığı akla durgunluk verecek derecededir.
-           
-           Birde sanatçı haysiyeti ile ilgi bir anı.
-           Manakyan, rolü çok melodram da, fazla adama ihtiyaç olduğunu anlayınca komşu tulüatcılardan bir iki aktör almayı düşündü. İki tulüatcı buldu. Tulüatcıların biri, nöbetçi muhafız rolü alacak, sahneye gireceklere soracaktı: Parola. Eğer sahneye giren ‘ Anatol Rincer’ derse: Geç, diyecekti. Rol gayet basitti. Sırası gelince tulüatçı sahneye çıkıyor ve gelene soruyor:
-           - Parola
-           – Anatol Rinçer.
-           Tuluatçı cevap veriyor: Anadolu rençberi isen, geç.
-           Kuliste Manakyan saçlarını yoluyor, oyun bitince tuluatçıya çıkışıyor:
-           - Ne halt  ettin.
-           Tulüatçı umursamıyor:
-           Tam tuluatın sırasıydı. Bir gece sende şanoya çıkacağım diye sanatımı bozamam.
-           Her sanatçının kendine göre haysiyeti vardır.
-            Şimdide biraz Raşit Rıza ve baba Saffet anılarına değinelim. Raşit Rıza ‘ Türk tiyatrosu’ ile tepebaşında temsiller veriyordu. ‘Nobiesse  obilge’ den adapte edilen ‘ iki cambaz’ sahneye konmuştu. Kiproko’su çok, mizanseni güç bir vodvildi. Emektar aktörlerden rahmetli Baba Saffet’ te ‘ Türk tiyatrosunda’ idi. Baba o gece biraz fazlaca kaçırmış olacak ki, hala sallanıyordu. Gözleri kan çanağı idi ve biraz pelte konuşuyordu. Sahnede, iki kişiyi karşılıklı odalara kapatacaklardı ve bu iki kişinin birbirini görmemeleri lazımdı. Baba Saffet odaya kapatıldı. Tekrar sahneye çıkması lazım geldiği zaman, karşıdaki odanın kapısını açıp çıkmaz mı?  Kiproko mahvolmuştu. Raşit Rıza fena içerlemişti, Baba Saffet’e bağırdı:
-          :- Yaptığını beğendin mi?
-           Baba gayet sakindi:
-           - Öbürünü benim odadan çıkarsaydınız.
-            – Halk farkına varmaz mı?  - Buraya sahi diye gelmiyorlar ki ,oyun oynadığımızı biliyorlar..
-           
-           Raşit Rıza ve Baba Saffetin birde turne hatırası var ki paylaşmaya değer.
-           Baba Saffet şahsına münhasır insanlardandı. Raşit Rıza Anadolu ya turneye çıkmışlar. Adana ya da uğrayacaklar.
-           Baba Saffeti çağırıyor: - Sen bizden önce gidersin. Oteli temin edersin. Duvar ilanlarını ,  el ilanlarını çıkartırsın. Tiyatroyu da tutarsın. Bizi de istasyonda karşılarsın. diyor.
-           Baba Saffet başını sallıyor: - Peki… Sen hiç merak etme.
-           Hemen Adana yolunu tutuyor. Bir iki gün sonra Raşit Rıza kumpanya ile birlikte Adana ya geliyor. Trenden iniyorlar. Karşılayan yok. Şehre doğru yürüyorlar. Duvarlarda afişler yok. Yolda aheste, aheste  yürüyen Baba Saffet’ e rastgeliyorlar.
-           Raşit Rıza soruyor:
-          - Niye karşılamadın?
-            Baba Saffet gayet sakin:
-           -Geliyordum.
-           – Senin keyfin olana kadar istasyonda mı bekleyecektik? Peki duvar afişlerine ne oldu?
-            - Daha çıkmadı.
-          , – El ilanları?
-          – Matbaacı ile anlaşamadım.
-           – Peki otel tutuldu mu?
-           –Hayır,  Oda çok şimdi tutarsınız.
-           Raşit çileden çıkmak üzere:
-            - Peki tiyatro kiralandı mı?
-           Baba Saffet, şikayet eden bir tavırla kollarını açıyor:
-           - Birader, onu da mı ben yapacaktım?
-           
-            Son olarak Raşit Rıza’nın bir sahne anısı.
-           Raşit Rıza rahmetli Şadi ile birlikte ‘ Ankara şehir tiyatrosunu kurmuştu. Birkaç temsilden sonra Şair Behçet Kemal Çağlar’ın   tarihi, manzum ‘Timur’ piyesine sıra geldi. Yeni dekorlar, yeni kostümler yapıldı. Bu piyesin bir sahnesinde ‘ Timur’ yabancı, uzak memleketlerden gelmiş elçileri kabul ediyor. Yanında karısı ‘Ulcay’ ve kumandanları, vezirleri, nedimleri var. Tahta kerevet üzerine halılar serilmiş, ‘ taht’ kurulmuş. ‘ Timur’ elçileri huzuruna kabul ediyor. Elçiler arasında Hint elçisi de var. Bu rolü Şehir tiyatrosu artistlerinden Yaşar Nezihi oynuyor. Hint elçisi sahneye girince ilerliyor, ‘ Timur’ un ayaklarına kapanıyor ve emir bekliyor. Raşit usulca fısıldıyor: - Yaşar seni bir saat yerde pestil gibi yatırayım mı? ‘Ulcay’ rolünde Şaziye, bunu duyuyor. Gülecek ama kendini tutuyor. Tutuyor ama bir derece. Kemerinde bir hançer var içinden gülüyor ve hançer oynuyor. Yerde yatan Yaşarın da siniri tutmuyor mu?
-           Kulise döndüğü zaman, yorgun bir soluk alıyor: Az kaldı fırlayıp bağıra bağıra gülecektim.  Artistler yalnız halka karşı oynamıyorlar, kendi aralarında da oynuyorlar.
-           Başka türlü olsa sahnenin eziyeti çekilir mi?
-           

-            Bu güzel hatıralarda sonra biliyorum ki her sanatçının böyle güzel anıları vardır. Ben sizinle ilklerin anılarını paylaşmak istedim. Öğretmenlik hayatımda
amatör olarak okul tiyatrosu yaptığımız günlerde bizler bile unutulmayacak hoş anılar yaşadık ve anımsadıkça tatlı bir tebessümle gülümsüyoruz. Sahne kokusu bir başkadır ki bunu gerçekten yaşayanlar bilir. Büyük bir özveri gerektiren tiyatro bu güzel anılar yaşanmasa çekilmezdi sanırım. Tiyatronun var oluşunda emek veren Manakyan, Raşit Rıza, Baba Saffet onları tekrar buradan saygı ile anıyorum .                                                                                         

2 yorum: