9 Şubat 2019 Cumartesi

Piyes Üstatları 6

JOHN GALSWORTHY

Eski okuldan olan Galsworthy, doğuştan İngiliz sosyetesinin yüksek tabakalarının iç yüzünü bilen bir insandı. Babası çevresinde tanınmış ve sözü geçer bir avukattı. Seçkin piyes üstadı çocukluğunda tahsiline ilk okulla başlayarak Oxford Üniversitesine kadar yükselerek orada hukuk okumuş, bol bol seyahat fırsatları bularak görüşlerini artırmış, zevklerini bilemiş ve sonunda edebiyat alanına atılmıştır. İlk önemli romanı 40 yaşlarında bulunduğu sırada yayınlanmış, 50 yaşlarında iken piyes yazarlığı şöhretini, romancılığı ile at başı beraber gitmiştir. Biz burada büyük yazarın romancılık cephesini incelemeyeceğiz. Konumuz onun tiyatrodaki başarılarını belirtmek olacaktır.
İngiliz sahne edebiyatında, Pinero nun ilk ortaya attığı realist dram şekli, 1932 de Nobel edebiyat ödülünü alan Galsworthy eli ile daha etraflıca gelişmiştir. Biraz evvelde söylediğimiz gibi, hukuk tahsil edişi, ona muhitindekileri her türlü hal ve şartlar altında tetkike olanak vermiş, en özlü bir kaynak görevi görmüştür. Onun içinde piyeslerinin konularını seçerken, günün davalarını, önemli meselelerini göz önünde tutmuş ve bu amaç uğrunda çarpışan iki tarafı da tam bir adalet ve doğrulukla karşımızda belirtmiştir. Piyesteki diyaloglar kulağa pek tabi gelmekle beraber, yeni bir tirajı ile yazarın romanlarındaki bir kuyumcu zarafeti ile işlenmiş cümleleri de hatırlamıyor değiliz. Yine bu piyeslerdeki kişiler, hepsi hayatta gördüğümüz, daha doğrusu İngiltere çevresinde bulunan gerçek insanlardır. Bu insanların hemen hiç birisi tam bir kahraman olarak yükselmekle beraber, kendilerini bize gerçek hayattakilerden bir kaç gömlek daha kuvvetli bir tarzda hissettirirler.
Galsworthy nin en tipik piyeslerinden birisi 1909 da çıkan Strife ( Niza) dır. Piyesin esas teması sermaye ile iş, daha başka bir ifade ile patron ile işçi arasındaki anlaşma, anlaşamamazlıktır. Bu günkü cemiyetin bu ana davası, iki adamın Nuh deyip de peygamber dememeleri yüzünden uzayıp giden bir grev sahnesi ile piyeste karşımıza çıkıyor. Bu iki adamdan birisi, bir fabrikayı idare eden heyetin reisi, diğeri de  işçilerin elebaşısı dır. İdare heyeti reisinin, yani patronlar temsilcilerinin iddiası şudur:( Ben yalnız bu şimdi baş göstermiş olan grevi bastırmak için değil, aynı zamanda istikbalde herhangi bir suretle bir kütle hükumetinin meydana gelmemesi için ülkemi korumak amacı ile mücadele ediyorum...) İşçiler temsilcisinin aynı kıratta iddiası var. O da şöyle diyor: (Bizler bugün için, bugünün böyle önemsiz bir davası, sırf kendi aziz canlarımız için değil, bizler sonrakiler için çarpışıyoruz...)Piyesin sonunda her iki adamda, taraflarının sözlerine uyarak iddialarından vaz geçerler. Grevde yatışır.
Bu piyeste göze çarpan üç önemli nokta vardır:
1- Eserin konusu, bir grevdeki çeşitli unsurları tam bir ayna sadakatı ile resimleyerek safha safha aydınlatmaktadır. böylelikle bugünkü cemiyetten adım başı rast
ladığımız sınai bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz.
2- Piyesteki kişiler, kendi başlarına ilgi toplayanlardan olmaktan ziyade, bugün sanayi alanında türlü türlü insan tabakalarını temsil eden tiplerdir.
3- Ve en önemlisi yazarın eserinde tamamı ile tarafsız davrandığı; iki kutbu müdafaa eden her iki tarafında yeniliğe uğradığı görülüyor; ve söyle bir sona varıyoruz: Galsworthy nin piyeslerinde hareketlerini, sözlerini içten bir beğenme ile alkışlayacağımız bir kahraman bulmamıza imkan yoktur. (Niza) ile Makbeth in denkleştirme ölçüsünden geçirdiğimiz zaman İngiliz rönesans çağlarındaki halk ile 20. asrın ahalisinin ( Dünyayı görüş) tarzlarının ne kadar ayrı olduğunu derhal anlarız.
Gerçekten Marlow ve dahi Shapespeare gibi rönesans yazarları, eserlerinde gayet kuvvetli bir ferdin dünyaya karşı savaşını, zaferle kazanışını ve sonunda oda ancak yazgının karşısında boyun eğiş ve yenilişini canlandırmışlardır. Oysa ki, bugünün realist dramcısı, piyesinde şahıslarını bugünkü cemiyetin tabi uzuvlarından başka türlü göstermez, sınıf farklarını, duygularını, türlü türlü noktai nazarları belirtir ve sahneye çıkardığı bu birbirinden farksız fertleri, bütün kusur ve meziyetleri, acı ve sevinçleri ile bize seyrettirir.
Galsworthy nin çok sevilen piyeslerinden biri de Justice (1910) (Adalet) tir. Buda yazarın, devrin hapishaneler idaresi sisteminden bahseder.
Şurasını da hatırlatmak yerinde olur ki, bu piyesin oynanışından gayet kısa bir süre sonra İngiliz hapishanelerinde çok faydalı düzeltme yapılmıştır.
Galsworthy nin en çok okunan, seyredilen, bugünde İngiliz sahnelerinde büyük alkışlar toplayan öteki piyesleri de ( The Silver Box -Gümüş Muhafaza) The Pigeon Güvercin ve Loyalties tir.
Devrinin en usta ve baş piyes yazarlarından biri olarak tanına ve selamlanan Galsworthy nin en beğendiğimiz huyu, piyeslerinde ki kayıtsız ve şartsız tarafsızlığıdır. Bu yüzden de bütün realizmasına rağmen, eserlerini seyreder veya okurken, Elizabet devri piyeslerinde olduğu gibi gözlerimizin önüne serdiği kişilerden herhangi birisini benimserken bile, ondan yana çıkmadığımızı hayretle görüyor: yazarın bize uzattığı ve gerçeği gösteren mercekten bugünkü cemiyette yaşayanların düşüş ve kalkışlarını aynı kudret ve sezişle izleyebiliyoruz.

                                                                                                        İbrahim Hoyi

29 Ocak 2019 Salı

Piyes Üstatları 5

GERHART HAUPTMANN 80 YAŞINDA

Geçen şubatta, Burg tiyatrosunda oynanacak olan son eseri ( Iphigenie Delfi de) piyesinin provalarında ve birinci temsilinde bulunmak üzere Viyana ya gelen ve en son orada gördüğüm Gerhart Hauptmann, bugünkü dünya tiyatrosunun Bernard Shaw la beraber piri olan bu büyük şair 15 kasım günü 80 yaşını kutluyor. Bu nedenle hemen bütün dünya tiyatrolarında bu cümle çalkalanıyor:
Gerhart Hauptmann 80 yaşında.
Gerhart Hauptmann 80 yaşını ne ölüm döşeğinde can çekişirken, ne koltuk değneği ile emekleyerek hastane koridorunda doktor beklerken, nede zamanımızın milyonlarca pinponları gibi bunak, sarsak bir kukla halinde oturtulduğu koltukta güneşlenir ve Azraili beklerken kutluyor. Onu bugün yine 65 yıldan beri elinden düşmeyen kuvvetli kalem ile yazı masasının başında yeni eser yazarken ve sahnede rejisöre, aktörlere eserlerinde yarattığı yeni insanların ruh kıvrımlarını birer birer açarken
 dev gibi cüssesi ile dinç ve dinamik görüyoruz. Dünya tiyatrosuna onun gibi bir kaç üstün insan dilemek, olmayacak bir şey istemektir, çünkü bugünün anaları çoktandır, böyle devler doğuramıyor, fakat insanlığa ve insanlara dilenecek yalnız onun uzun ömrü bile herkes için başlı başına büyük bir mutluluk olurdu.
80 yıl yaşamak ve bunun 60 yılını durmadan, dinlenmeden, hiç ara vermeden memleketinin edebiyatına adamak. Kendine, her temel taşı bir eserinden yapılmış ulu kaide üstünde kendi kendinin yıkılmaz anıtını kurmak... İşte nadir devirlerin ve ender nesillerin yarattığı üstün insanlardan fanilere kalan biricik ölmez abide ası bu...
Almanya bugün isterse Gerhart Hauptmann a heykel dikmesin. Hauptmann ın taşa ve tunca ihtiyacı yok... Çünkü onun kendi kendine diktiği abideyi, canlı birer mahluk gibi adlarıyla sanlarıyla aramızda yaşayan yarattığı insanlar ellerinin üstünde taşıyor. Dünya edebiyatı bugün Gerhart Hauptmann ın başına altın taç koyuyorsa bu elbette yalnız 80 yıl yaşadığı için değil, bu 80 verimli yılda insanlığa ölmez eserler hediye ettiği içindir.

Gerhart Hauptmann 15  kasım 1862 tarihinde Şleziya  da(Obersalzbrunn) adında küçük bir sayfiyede doğmuştur. Daha köy okuluna giderken ne kadar kötü bir öğrenci olacağını kestiren ailesi tasalanmaya başladı. Breslau da orta okula başlayınca bütün bütün ümitleri kırıldı. Bu çocuk muntazam okumayacak, ailesini çok üzecekti. Okumuyor fakat severek resim yapıyor, musikiden hoşlanıyor,  bir hayal aleminde yaşıyor, şiirler yazıyor ve Andersen üslubunda masallar karalıyordu. Bu 16 yaşındaki çocuğu, belki çiftçiliğe özenir diye amcasının yanına gönderdiler... ama o ümitte suya düştü. Breslau da bir buçuk sene güzel sanatlar akademisine gitti..Bu faydasız bir gidip gelmekti, çünkü oraya giderken içinde yazıya, şiire, edebiyata olan yeteneğinin gelişmeye başladığını duyuyordu. Daha o zaman Tagner in (Frithjofssaga) eserinden esinlenmiş olarak ( İngeborg) isminde bir dram yazdı. 20 yaşına bastığı zaman Jena da tahsilde bulunan ve Ernest Hackel in öğrencisi olan ağabeyi Carl ın yanına gitti ve tabii ilimlerle, felsefe ile ilk teması bu oldu. Fakat hala içinde hasretini çektiği şeyin ne olduğunu kendisi de bilmiyordu. Bu rahatsız ve huzursuz delikanlı ruhunu dinlendirmek için Hamburg dan gemiye bindi. İspanyaya, Cenova ya, Napoli ye yollandı ve altı hafta kadar (Capri) adasında kaldıktan sonra Roma üzerinden memleketine döndü. Bu dolaştığı yerlerde Hauptmann gezdiği yerlerin tabii güzelliğini unutacak kadar, gördüğü korkunç sefaletin tesiri altında kalmıştır. Malaga da, Barselona da, Napoli de Capri de halk tabakası arasında gördüğü zorunluluk ve sefalet eserlerinin bir çoğunda Hauptmann için sonsuz elem ve ıstırap kaynağı olmuştur. 1884 de nişanlanıp tekrar İtalya ya gittiği zaman Michelangelo yu tetkik etti, bu ona heykeltraş olmak hevesini aşıladı. Roma da hasta düşünce heykeltraşlığın hasretini çektiği bir meslek şubesi olmadığına kanaat getirdi ve bu hevesinden vazgeçti.
Acaba aradığı şiir, edebiyat, yazı hayatı mıydı? Buna da açıktan açığa evet diyemiyordu. Bu arada bir çok manzum tiyatro piyesleri yazdı. Bu denemelerde kendi kendine bir karar vermesi için yetmiyordu. Bu kararsız anlarında heykeltraşlıkla şiiri beraber kucaklayan aktörlüğe heves etti. Belkide aradığı sanat şubesi buydu. Berline dönünce Strassburg şehir tiyatrosunun eski müdürü Alexander Hessler den tiyatro dersi aldı. Bu heveste uzun sürmedi. O yıl tasarladığı bir çok planlar arasında bu hevesi de kayboldu. 1885 yazını geçirmek için Rügen adasına gitmişti, orada ilk basılan eseri (Promethidenlos) u yazdı. Bunda, seyahatinde rastladığı insanlığın bütün sefaletini canlandırıyordu. Berline döndüğü zaman artık baş şehirde oturmadı, civarındaki Erkner sayfiyesine çekildi. İnsanlardan mümkün olduğu kadar uzak kalmak, yalnız başına okumak, bir şeyi iyice araştırıp incelemek istiyordu. Büyük şehrin gürültülerinden uzak düştükten, yalnız kitapları ve kendisi gibi genç ediplerle baş başa kaldıktan sonradır ki Gerhart Hauptmann ın gerçek olgunluk devresi başlar.
1887 de artık Hauptmann, o zamana kadar bir heveskar olarak girdiği kalem alanında devamlı yerini aldı ve ilk büyük hikayesi olan (Tiren bekçisi Thiel) i yayınladı. Hauptmann artık Naturalizm in yapmacık üslubunu yakaladığı için şimdi ilk tiyatro piyesini yazmak ve halkın önüne çıkmak cesaretini buldu.
( Güneş doğmadan önce) ismindeki ilk piyesi onun yazmak istediği gibi bir fikir dramı olmaktan ziyade beş ayrı perdede hayatı bütün çıplaklığı ve açıklığıyla olduğu gibi gösteren bir (Etüt
) olarak kalmıştır. Bu dram 20 ekim 1889 da (Lessing) tiyatrosunda ( Serbest sahne) tarafından oynandığı zaman, denebilir ki şimdiye kadar tiyatro aleminde görülmemiş heyecanlı bir olay oldu. Hauptmann ın eserinde her şeyi olduğu gibi, katıksız ve peçesiz göstermesi, o zamana kadar alıştıklarını bulamayan bir çok seyirciyi kudurttu. Sahneye ( Tiyatroda mıyız, yoksa genelevde mi?) diye bağıranlar oldu, piyesin sonunda tiyatrodakiler ikiye ayrılmıştı: geleneğe ve göreneğe bağlı kalanlarla dünyayı olduğu gibi çirkinlikleri ile kötülükleri ile görmekten korkmayanlar. Fakat bu ikinci kısım yüzde biri bulmuyordu.
1890 da Prusya meclisi mebuslardan biri tiyatro için ( Aydınların genelevi) dedi ve Berlin polis müdürü olan Baron Von Richthofen a ( bu gibi eserlerle yazanların bütün kökünden yok edilmesi) hakkında genel arzu gösterildi.
İşte Hauptmann ın ilk eserinin uğradığı cesaret verici akıbet.
Bugün bütün dünya, Naturalizmin Almanya daki önderlerinden biri olan (Gerhart Hauptmann) ı yüceltme ve tebrik ederken kendisine ağız dolusu küfür eden ahlakçı türedilerin isimleri değil, izleri bile kalmadı.

35 dramı, bir çok roman ve büyük hikayeleri, sayısız manzum eserleri olan Hauptmann ın Türk sahnesinde ( Rose Bernd) le 70 yaşında iken yazdığı ( Güneş batmadan önce) adlı eseri oynanmıştır. Bu iki eseri tercüme eden yazar Seniha Bedri Göknil, büyük edip in 80. yıl dönümünde oynanmak üzere ( Kollege Crampton) eserini Şehir tiyatromuza vermiştir.

Türk tiyatro sanatkarları 80. yıl dönümünde Gerhart Hauptmann ı hayranlık ve saygı ile selamlar.

                                                                                                    Muhsin Ertuğrul

20 Ocak 2019 Pazar

Piyes Üstatları 5

GERHART HAUPMANN

1918 de Alman imparatorluğunun çöküşü; o tarihe kadar hakim ruha ve o ruhla yazılmış piyesleri ile beraber Alman tiyatrosunu da çökertti. O tarihten sonra ortaya çıkan piyesler ile Alman tiyatrosuna Alman ruhunu taşıyordu demek iftira olur, çünkü bu piyeslerin ruhu yoktu, olduğunu iddia etsek bile onlarda hakim olan müşterek ruh Alman ruhu değildi. Ruhsuz bir tiyatro yaşayamazdı, nitekim 1918 den 1933 e kadar ruhsuz, karaktersiz, gayesiz bocalayan Alman tiyatrosu yeni bir devir başlayıncaya kadar anarşiden kurtulamadı. Piyeslerdeki bu anarşi tesirini o devrin tiyatrolarının resmi idarelerinde, hususi tiyatro oluşumlarında bariz bir şekilde görmek olanaklıdır.
Almanya da  bu 15 senelik harp sonu tiyatrosunun tarihi tetkik edilecek olursa bu anarşinin Alman tiyatrosunu ne hale getirdiği görülür. Bu devir esnasında temsil edilen yerli piyeslerin fikir ve değer bakımından ortadan aşağı olması yanında, hariçten gelen, değer itibarı ile yinede yüksek olmayan eserlerle tiyatro repertuvarını kuvvetlendirmek iddiası da vardı.
Mesela 1928 den 1931 e kadar hemen her Alman şehrinin resmi ve hususi tiyatro repertuvarlarında şu isimlere rastlanıyordu: Wedekind, Von Unruh, Welfel, Brecht, Sternheim, Kaiser, Zuckmayer. O zaman bu yazar isimleri ve onların piyesleri olmaksızın bir Alman tiyatro repertuvarının mevcudiyetini düşünmek, bilhassa tiyatro müdürleri için halli olanaklı olmayan bir bilmece olurdu. Çünkü bunlardan başka hiç kimse eser yazmıyor, yazsa bile bir türlü yolunu bulup sahneye çıkaramıyordu. Kısacası herkes zannediyordu ki; bütün bu yukarıda isim yazılı yazarların eserleri günün birinde oynanmayacak olursa esasen iktisadi bir buhranın pençesinde inleyen Alman sahnesi kökünden sarsılır ve açılacak boşluk karşısında bir daha kendini doğrultamaz.
Halbuki 1933 de rejim değişipte tiyatrolar bir (Devlet Dramaturgu) na bağışlandıktan ve bir (Devlet tiyatro meclisi) kurulduktan ve bütün tiyatrolar bu merkezden idare edildikten kısa bir zaman sonra yukarıda saydığımız isimlerin yerine yeni yeni yetişen şu piyes yazarları geçti: Eberhard Wolfgang, Möller, H.Rehberg, Richard Billinger, Theodor Haerten, Priedrich Bethge, Curt Langenberg, Felix Lützkendorf. Anarşi devrinden yeni devre geçerken hiç sarsılmadan yerinde kalmış yalnız iki isim sayılabilir. Gerhart Hauptmann ve Hanns Johst. Doğrusunu söylemek lazım gelirse asıl
bu iki edip yeni yetişen ve yukarıda isimlerini saydığım gençlere yol göstermiş, onlara numune olmuş ve üstatlık etmişlerdir. Bunlar; geçiş devresinde eskiyi yeniye bağlayan bir köprü vazifesi görmüşlerdir.
Hauptmann nasıl Alman tiyatrosunda geçen asrı bir asra bağlayan yegane üstat olarak kalmışsa bu seferde eski devri yeni devre yine o ulaştırmıştır. Hauptmann bu münasebetle bilhassa tiyatro edebiyatında eski ile yeni diye bir sınıflandırma olmadığını ve bu farkın başlı başına bir kıymet teşkil etmediğini, ancak yeni ile kötünün mevcut olduğunu ispat etmiştir.
Seksenine yaklaşmış olmasına rağmen bugün hala 20 yaş heyecan ve ateşini taşıyan Hauptmann şimdiye kadar yazdığı emsalsiz piyeslere geçen ay Berlin Devlet Tiyatrosunda oynanan ( Iphigenie in Delphi) eseri ile yeni bir şaheser daha ilave etmiştir.
Gerhart Hauptmann yeni dramanın konusunu eski yunanlılardan seçmiştir. Esasen Alman tiyatro edebiyatı tarihine bakılacak olursa bir çok büyük edipler eserlerinin konularına eski Yunan çok acıklı olay kişilerinin kader ve talihlerini bir sembol olarak almışlardır.
Türk tiyatro seyircileri sahnemizde temsil edilen Hauptmann ın iki eserini hatırlayacaklardır. Bunladan her ikisi de Seniha Bedri Göknil tarafından tercüme edilmiştir. Biri ( Rose Bernd) eserinden adepte ettiği ( Yedi köyün zeynebi) diğeri ( Güneş batarken) dir.
Gerhart Hauptmann şimdiye kadar roman, hikaye ve şiirlerinden başka kırka yakın piyes yazmıştır. Bunların bir çoğu binlerce defa oynanmış ve bütün dünya lisanlarına tercüme edilerek uluslararası sahne hayatında kök salmış çok kuvvetli eserlerdir. Bilhassa bugünkü Alman tiyatro piyeslerinin sosyal temeli içinde hiçbir harç zerresi yoktur ki onun fikirleri ile karışmamış, onun mürekkebi ile sulanmamış olsun.
Hauptmann ın ilk tiyatro eserinin adı 53 sene önce yazdığı ( Güneş doğmadan önce) idi. Ve 70 yaşına geldiği zaman galiba son eseri olacağını tahmin ederek 1930 da ( Güneş batmadan önce) piyesini yazdı. Fakat aradan geçen 12 seneye yakın zaman zarfında üç çeyrek asırlık edip ( Hemlet) gibi, (İphigenie) gibi yeni yeni eserler yarattı. Başkalarının çöküp azraili beklediği yaşata o yaratıcılığından hiç bir şey kaybetmedi. Hala genç, hala dinç, hala verimli olan Hauptmann böylelikle yeni yetişen Alman piyes yazarlarının önünde canlı bir örnek ve kudretli bir yol gösterici gibi duruyor.
Hauptmann ın eserlerini burada şöylece sıralamayı uygun gördük: Güneş doğmadan önce 1889, Barış bayramı 1890, Mütevazi insanlar 1892, Meslektaş Krampton 1892, Kunduz kürk 1893, Hannele nin göğe erişi, Florian Geyer 1895, Elga 1896, Göçen çan 1896, Arabacı Hanschel 1898, Schluck ve Jau 1900, Kırmızı horoz 1901, Zavallı Heinrich 1902, Rose Bernd 1903, Bischof sberg in bakiresi 1905, ve Pippa dans ediyor!...1906, Gabriel Schilling in kaçışı, İmparator Karl ın rehinesi 1908, Griselda 1909, Fareler 1910, Peter Brauner 1911, Odisse nin yayı 1919, Kış başladı 1917, Beyaz Münci 1920, İndipohdi 1920, Veland 1925, Dorothea Angermann 1926, Büyücü adımı 1929, Güneş batmadan önce 1930, Atlantis, Wanda.
En ünlü romanları arasında tabi, Till Eulensplegel vardır. Birde ( Halk ve ruh için) adı altında topladığı toplumsal, edebi ve siyasi düşüncelerini, konferanslarını içeren büyük kitabı vardır.

                                                                                                        Servet MORAY

16 Ocak 2019 Çarşamba

Piyes Üstatları 4

Pirandello çocukluğunda başlayan tiyatro ve temsil sevgisini 26 yaşında iken yazmış olduğu bir iki piyeste göstermişti. Bunlar o zaman editör bulamadıklarından kütüphanesinin bir köşesinde uzun seneler (25 sene) beklemişlerdi. Bu ilk teşebbüslerinin müşkülatla karşılaşması üzerine Pirandello piyes yazmaktan vazgeçmiş ve buda İtalyan edebiyatı için bir yönden hayırlı olmuştu, çünkü hikaye ve roman sahasına atılan sanatkar, bir çok nefis şaheserler yaratmıştı. (Başlangıç muhtelif mecmualarda ve gazetelerde dağınık olarak yayınlamış olduğu hikayelerin sayısı 360 dan fazladır. Yazarın bu hikaye kitaplarından her birinin başına koyduğu bir önsöz de söylediği bu yüzden okuyucularına her gün bir hikaye vermek isteği ile bunları Novelle per un anno (yani bir sene için yazılmış hikayeler) adı altında ve her bir cildi 15 hikaye ihtiva eden 24 ciltlik bir seri halinde topladı. Son zamanlarda bütün bu hikayeler, yeni bir karakterde iki büyük cilt halinde yayınlanmıştır. Editörü:A. Mondadori, Milano) İçlerinde bir çokları hakiki şaheserler olan hikayelerini içinde bulunduran ciltlerin önsözünde Pirandello evvelce muhtelif gazete ve mecmualarda yayınlanmış olan hikayelerini bir seri halinde toplayıp yeniden tabederken bunları tekrar gözden geçirdiğini ve birçoklarını da tamamı ile değiştirdiğini söyledikten sonra hiç olmazsa gösterdiği bu ihtimam dolayısı ile bir senelik hikayeler yazarı kendisinin dünya ve hayat hakkında edinmiş olduğu görüşte ve bunu aksettiren bu küçük aynalarda okuyucular az neşe ve acı buldukları takdirde, kendisini affettireceklerini ümit eder diyor. Evvelce söylediğimiz gibi, hayat ile eserleri arasında büyük bir münasebetler, karşılıklı tesirler bulunan Pirandello nun bu hikayelerinin bir çok noktalarında, başka isimler altında onun karışık elemli hayatının muhtelif episodları gizlenmiştir.
Hikaye tarzı, bir çok İtalyan ediplerinin daima zevkle meşgul oldukları ve şaheserler yarattıkları bir saha olmuştur. Roman nasıl Fransız edebiyatında en güzel gelişmeyi bulmuşsa, hikayede asırlardan beri İtalyan edebiyatında aynı mevkiyi almıştır. İtalyan edebiyatı hikaye şeklinde bir çok güzel incilerle doludur ki Pirandello da bu incilerin en nefislerini yaratmıştır
Pirandello hikayeleri ile birlikte bir kaçta roman yayınlanmıştı. Uzun seneler tiyatro sahasına hiç yaklaşmak istememiş, piyes yazmaktan çekinmişti. İtalyan sahneleri yeni piyeslere ve genç yazarlara karşı çok sert, müşkülpesent, cesareti kırıcıdırlar. Mesela Pirandello nun bir çok Avrupa ve Amerika sahnelerinde çok taktir edilen (Altı şahıs yazarlarını arıyor) piyesinin (Halit Fahri Ozansoy tarafından Türkçeye çevrilen bu piyes 1927 de darülbedai tarafından başarıyla temsil edilmiş ve çok alkışlanmıştır) Roma da ilk temsili gecesi, gerek tiyatro içinde, gerekse tiyatro binası civarındaki sokaklarda halk birbirine girmiş, yazar hemen hemen küçük bir linç tehlikesi atlatmıştı. İşte bu sebeple Pirandello sahneye karşı daima çekingen davranmıştı. Fakat zamanın değişmesi, kendi hayatınında çok sarsılması, tekrara dram ve komedi yazmasına sebep oldular. Bunda umumi harbin de mühim bir tesiri oldu. Artık insanların hayatında her şey değişmişti, hikaye ve roman tarzı insanları tatmin etmiyordu. Esasen kendi ruhu da, bir taraftan 20 seneden beri gittikçe artan bir hastalığın pençesi altında inleyen ve derece derece artan bir surette cinnete doğru giden karısı ve diğer taraftan da harpte yaralanıp esir düşen oğlu arasında, bunlardan daha az ağır olmakla beraber hiç sonu gelmeyen sayısız sıkıntıları, azapları içinde, o güzel romanlarını ve hikayelerini yazmak için kendisinde müsait bir haleti ruhiye, bir kuvvet bulamıyordu. Hatta roman ve hikaye yazmayı tercih ettiği halde tiyatro sahasına geçmek zaruretini duyuyor, kendisinin dediği gibi (içinden gelen bir ihtiyaca cevap vermek için) artık sevdiği sahayı ihmal etmeye başlıyor. İşte bu zaruret ve ihtiyaç dolayısı ile Pirandello insanın bu faciasını uzaktan gözlem edeceği yerde buna iştirak ediyor, onun içinde yaşıyor ve dehasının ifadesi olan aynı zamanda hem lirik hemde iğneleyici bir ifade ile sert bir tahlil ile bu faciaya ruh ve hayat veriyor.
Bu ihtiyaca cevap vermek için dram ve komedilerini yazmaya koyuluyor ve hikaye ve romanları gibi bu sahada da modern yazarlarda tesadüf edilen kısırlıkla tezat teşkil eden büyük bir verimlilikle çalışıyor. Piyeslerin sayısı 30 u geçiyor. Artık gazete ve mecmualarda ender olarak hikayelerine tesadüf ediliyor, fakat piyeslerini büyük bir bollukla yayınlıyor. Günlük hayatın ve mücadelenin yorgunluğundan ancak bu suretle, odasına kapanıp hummalı bir faaliyetle yazmakla biraz kendisini alabiliyor. İçinde yaşadığı zamanın, aralarında yaşadığı insanların ıztırabını hissediyor, eserlerini beşer ruhunun bu facialarına hasrediyor, her biri bir şaheser olan dram ve komedilerini yazıyor. Tiyatro onu şimdi daha ziyade cezbediyor, artık faaliyetlerinin büyük bir kısmı bu sahada sarfediliyor.
İtalya akademisinin kuruluşunda bu mühim müesseseye aza tayin edilen Pirandello nun şöhreti memleketinin hudutlarını aşıyor. (en kuvvetli rakiplere karşı Nobel mükafatını kazanmış olması da dünyadaki büyük şöhretinin derecesi hakkında bir fikir verebilir.) İtalyan sahnelerinde ilkellikleri duraksamalı gözlerle karşılanan piyesleri yabancı memleketlerde kitleleri ve bilhassa münevver kitleleri sarıyor. Avrupa ve Amerikanın en yetkili tiyatro eleştirmenleri kendisini (fikirleri karıştıran, tahrik ve heyecanlandıran) ve ( modern dramın yaratıcısı) olarak niteliyorlar. Filhakika Pirandello tiyatroda büyük bir devrim yapıyor.
Bir komedi veya dram yazarı ekseriya halkı eğlendirmeye veya müteessir etmeye çalışır, sanatkar umumiyetle, kendi haleti ruhiyesini bir güzellik şekline kalbetmeğe çalışır, filozof, düşüncesinin soğuk ışığı ile hakikatin bir veya bir kaç cephesini aydınlatır. Fakat bu bir düşünürün kendi hakikatlerini başkalarına göstermek, nakletmek için beğenilen vasıtalara müracaat etmesine ve bu suretle halkı ilgilendirmeye muvaffak  olmasına, onu kendisi ile beraber sürükleyip götürmesine, kendi ruhi eleminin faciasını ona yaşatmasına sanat tarihinde nadir tesadüf edilir. Çünkü dikkat edilecek nokta şudur: Pirandello bir sanatkar değildir, klasik manada bir düşünür de değildir, o satanik bir düşünürdür, tembel ve iyimser seyircilerin hoşuna giden yollardan gitmez, bilakis uçurumlara doğru inen ve yüksek şahikalara tırmanan dar patikaları tercih eder. Bu eğilimi ile Pirandello nun bir çok senelerden beri bütün dünyanın dikkatini kendi üzerine ve sanatına çekmiş olması eserlerindeki şahısların maskeleri arkasında basmakalıp gülen ve ağlayan alışılmış olan insaniyetten bambaşka, daha büyük, daha yüksek insaniyetin mevcut olduğunu gösterir. Ve Pirandello nun sanatında sahnenin ziyasında bambaşka deruni bir ışığın parladığını gösterir.
Büyük İtalyan edibinin bu günkü insaniyetin önüne koyduğu şey, hayatta düşünmek huyunda olan herkesin vicdanını az veya çok bir derecede, fakat daima elemli bir surette ezen, heyecan veren felsefi bir meseledir, hatta (felsefi mesele) dir, büyük soru işaretidir. İşte Pirandello nun sanatının bütün dünyada ve en küçük bir düşünce kabiliyetini haiz olan herkeste uyandırdığı büyük alaka bundan ileri gelmektedir. Onu tamamı ile anlamayanlar bile az çok seziyorlar, fakat bu harikulade tiyatronun şahısalarının düşünme tarzını, bir kaç dakika bile olsa, takip edenler, bir uçurumun  kenarından bakan kimselerin duydukları heyecanı yaşamaya mecburdurlar. Bu bakımdan Pirandello aynı zamanda modern tiyatroda bir devrim teşkil eden bir mucize yaratmaya muvaffak olmuştur ki bu da, vakayı sahneden seyircilere nakletmesidir. Öyle ki seyirciler artık kendilerini sahnedeki faraziyeye yabancı saymıyorlar, fakat bunu kendi hakikatleri ile yaşamaya mecburdurlar; ve bunu yaşarken de, en yüksek insani sefaletlerini unutup, tezatlar ve şüphe ve tereddütler içinde parçalanan beşer ruhunun büyük sefaletini düşünmeye mecburdurlar. Pirandello nun faciası (düşünme faciası) görüş ediliyor ki bu (duyma faciası)dır. İnsanın içinde ruh ile şekil arasında zıddiyet mevcuttur; ve ruhunun haricinde de, bir çok duygularda, aşk, kin, merhamet, adalet, taktir, tenkit v.s. duygularında, anlaşılmak endişesi ile anlaşılmamak keyfiyeti arasında, hakiki oluşundaki insan ile dünya sahnesi üzerindeki insan arasında zıddiyet mevcuttur. Luigi Pirandello bu elemli ve gizli zıddiyetleri yüksek bir noktadan, uzaktan, soğuk bir ruh ve dimağla mütalea etmiş olsaydı, beşer ruhunu başka şekillerde gözden geçiren bir filozof olacaktı; fakat bu faciaya kendisi de iştirak ediyor, onun şahıslarından biri oluyor, onu yaşıyor, onun acısını duyuyor; çünkü onu anlıyor. İşte Pirandello, bu faciayı her gün yaşayarak, gürültülü hayatının kendi ruhunda bıraktığı derin tesirler altında hayat ve insanlar hakkında her gün biraz daha karamsar olarak, ömrünün son senelerini dünyayı dolaşarak, fakat gençlik yıllarındaki kadar feyizli bir faaliyetle, yaşadı. 10 aralık 1936 günü Roma da öldü.
                                                                                                        Şemseddin Talip
                                                                                                                     

12 Ocak 2019 Cumartesi

Piyes üstatları 4

LUİGİ PİRANDELLO

(Bu makale, Remzi Kitabevi tarafından yakında dağıtılacak olan L. Pirandello nun ' Güneş ve gölge' adlı kitabının ön sözünden alınmıştır.)

Luigi Pirandello yalnız, son otuz senenin en meşhur İtalyan edibi değil, aynı zamanda asrımızın en büyük sanatkarlarından biri, insanlık tarihini dehalarının ışıkları ile aydınlatmış düşünürlerinden biridir.
Ender olarak bir sanatkarın hayatı ile eseri arasında, Pirandello da vaki olduğu kadar derin bir münasebet mevcut olabilir. Filhakika büyük yazarın karışık, gürültülü, sıkıntılı, heyecanlı, elemli ve sırlı hayatı bütün yazılarında derin izler bırakmış, bu eserler onun hayatının aynası olmuşlardır.
1867 de Sicilyada, Girgenti civarında doğdu. Doğumu normal zamanından hayli evvel ve ani oldu ve etrafındakilere çok heyecan verdi. Çocukluğu bu kasabada geçti. İlk tahsilini hususi olarak yaptı. Daha pek küçük yaşta iken Pirandello bazı halleri ile diğer arkadaşları arasında üstün duruma düşüyor nazarı dikkati çekiyordu. Çok hassastı, en küçük ve ehemmiyetsiz şeyler bile onu müteessir edebilirlerdi. Henüz yedi sekiz yaşında iken, okuyup yazmayı yeni öğrendiği zamanlar, kendisinden kuvvetli bir zekanın ve aynı zamanda büyük bir çalışma sevgisinin mevcut olduğu görülüyordu. Kasabanın en sağlam bir surette terbiye görmüş ve en iyi kalpli çocuğu idi. Fakir arkadaşlarına karşı gösterdiği sevgi ve onlara gizlice yaptığı yardımlar, oğlunda büyük bir dindarlık gören annesini çok sevindiriyordu. Ticaret hayatında oldukça tecrübeli olan babası, Luigi nin sağlam ve ameli bir kültür almasını, hayatta işine yarayacak, maddi ihtiyaçlarını temin edebilecek bir meslek sahibi olmasını istiyordu. Bu düşünce ile çocuğunu teknik mektebe yazdırdı. Luigi burada bir sene, fazla çalışmak lüzumunu duymadan, başarı ile tahsil etti; fakat kendisini ilerde yüksek ticaret tahsiline hazırlayacak olan bu dersler onu hiç saramamışlardı.O, klasik tahsil yapmak, latince ve edebiyat öğrenmek istiyordu. Bu büyük isteğini yerine getirmek için evde gizlice çalışıp sınavlara hazırlandıktan sonra, teknik okuldan gimnaza nakletti ve emrivaki pek geç haber alan babasının müthiş bir öfkelenmesine rağmen yeni tahsiline büyük bir sevgi ile bağlanarak devam etti.
Bu aralık kendisini bir tiyatro ve temsil merakı sarmıştı. Etrafına topladığı birkaç arkadaşı ile birlikte çabucak bir ,'kumpanya' teşkil etti: ilk temsiller temsiller büyük bir başarı ile karşılaşıyordu. Meçhul yazarların ötede beride bulunmuş dram ve komedileri küçük Pirandello nun tiyatrosunda umulmadık bir başarı ve rağbet görüyorlar, hiç olmazsa bir defa temsil edilmek şerefine nail oluyorlardı. Bu piyesler arasında bir tanesi doğrudan doğruya Pirandello tarafından yazılmıştı: Barbar adını taşıyan bu beş altı perdelik dramın müsveddesi o uzak devirlerde kaybolduğundan, Pirandello nun çocukluğunda yazdığı yazılar hakkında bir fikir edinmek maalesef mümkün olmamıştır. Fakat küçük tiyatro müdürünün daha o yaşta iken saf ve temiz bir çocuk kalbinin, keskin bir zekanın bütün tezahüratını ifade eden çok güzel sahifeler ve parçalar yazdığı muhakkaktır. On beş yaşında iken ilk mısralarını yazmaya başladı. O zamanlar Pirandello ailesi, işlerin yolunda gitmemesi sebebi ile Palermo ya nakletmişlerdi. Luigi burada tahsiline devam ediyordu. İlk şiirleri umumiyetle, o zamanlar çok sevdiği ve kendisinden dört yaş büyük olan bir kıza hitap eden parçalardı. Genç şairin ilk aşkı üç sene sürdü. Sonra bu kızla nişanlandı. Pirandello liseye devam ediyordu. On sekiz yaşında liseyi bitirdi; üniversite tahsilini yapmak için Roma ya gitti. Burada edebiyat fakültesinde iki sene
büyük bir istekle çalıştı; fakat bir profesörle arasında çıkan bir mesele dolayısı ile üniversiteyi terk etmek mecburiyetinde kaldı. Tahsilini bitirme için Almanya da Bonn Üniversitesine nakletti. Burada bir taraftan çok ciddi ve ağır bir tahsile devam ediyor, diğer taraftan da Renin nefis ve mucizevi ilkbaharında şiirler yazmaya devam ediyordu. Bu şiirlerin bir çoklarını Jenny isminde bir Alman kızına ithaf etmişti; bu hareketi bilahare Sicilyalı nişanlısından ayrılmasına sebep oldu. Bonn üniversitesinde güç ve yorucu tahsil büyük bir başarı ile neticelendi, Pirandello Roma ya döndü. O zamanlar tanıştığı büyük İtalyan yazarlarından Capuana kendisine, şiirlerinden sonra, nesir sahasını da tecrübe etmesini tavsiye etti. Böylece Pirandello nun ilk romanları ve hikayeleri vücuda gelmeye başladı. Romanları arasında evvela L'Esclusa yayınlandı ve derhal edebi eleştirmenlerin dikkatini çekti. Pirandello bir taraftan da, kendisinin bütün dünyada şöhretinin temellerini kuran nefis hikayelerini yazıyordu. Evlenip Romaya yerleştikten sonra, o tarihte hemen hemen kendisinin yaşında olan fakat ondan çok daha evvel şöhret alan D'Annunzio ya karşı açtığı bir mücadele Pirandello nun edebiyat aleminde tanınmasına yaradı, fakat tam altı sene kitapçılar kendisinin eserlerini dağıtmak istemediler. Bu müddet zarfında Pirandello bir çok eserler vücuda getirmişti. Fakat bunlar, dolabın üstünde üst üste yığılıyorlar, öylece unutulmuş bir halde kalıyorlardı. Bu uzun bekleme devresinden sonra talih nihayet Pirandello ya gülümsemeye başlamıştı. Turno adlı romanı bir yevmi gazetede yayınlandı. Bu yayından sonra Sicilyalı yazar büyük gazetelerin edebi eleştirmenlerinin dikkatini kendi üzerine çekmeye başlamıştı. Yazılarında, bilhassa hikayelerinde büyük bir yenilik, bir orijinallik görülüyordu. İnsan ruhunun derinliklerinde, karanlıklarında yaptığı araştırmalar, kendisinin ileride ne kadar kıymetli eserler yaratacağını gösteriyorlardı. Artık gazeteler ve editörler eserlerini yayınlamakta bir güçlük göstermiyorlar, hatta bir çok eserleri muhtelif gazetelerde veya kitap halinde aynı haftalarda yayınlanıyordu. Hayat Pirandello için artık donuk ve yorucu olmaktan çıkmış, istikbal için bir çok ümitler veriyor, yazar gece gündüz hummalı bir faaliyetle çalışıyor.
Ailesinin o zamana kadar çok mükemmel olan mali vaziyeti birden bire bozuluyor: Tam bir yıkım. Geçiminin mühim bir kısmı babasının yardımına bağlı olan Pirandello birden bire çok müşkül bir vaziyette kalıyor, ne yapacağını bilmiyor. İlk çare olarak aklına...İntihar geliyor! Üç çocuğunu ve karısını sefaletten kurtarmak için bunun en basit bir çare olacağını düşünüyor. Bu buhranı atlattıktan sonra, ailesinin ekmeğini temin için çalışma saatlerini iki misline çıkarıyor, mecmua ve gazeteler için  hikayeler yazıyor, ecnebilere İtalyanca dersleri veriyor ve nihayet yüksek öğretmen okulunda bir öğretmen muavinliği alıyor. Sonra, alelacele bir miktar para elde etmek için hiç yapmadığı bir şeyi yapıyor (zaruret insana her şeyi yaptırır) : Henüz bir sayfasını bile yazmadığı bir romanı satıyor. İçinde çırpındığı büyük sıkıntının kendisine verdiği bir fikri (yani çocuklarını ve karısını sefaletten kurtarmak için onları zengin kayın pederinin yanına göndermek, sonra, sahte bir intihar veya ölümle ortadan kaybolmak, başka isim altında, başka bir memlekette, başka bir hayat yaşamak fikrini) bu romanın mevzusu olarak alıyor. Bu fikri kendisi için tatbik etmekten vazgeçiyor, fakat bu vesile ile roman doğuyor, yavaş yavaş büyüyecek bir cilt halini alıyor ve Pirandello nun romanları arasında en güzelini teşkil ediyor: Merhum Mattia Pascal.
                                                                                                                     Devam edecek...