12 Kasım 2018 Pazartesi

Piyes üstatları 3

J.M.BARRIE

Bernard Shaw tarafından ekilen ve Galsworthy, Granville, Berker ve başkaları tarafından yeşertilen, yetiştirilen bugünkü fikir, düşünceler dramının Berrie nin üzerinde hiç bir tesiri görülmedi,
diyebiliriz. Birçok muasırları gibi oda 20. asır yaşayış ve ahlakının ölçülerinde beğenilecek, takdir edilecek pek az şey bulabildi, böyle olmakla beraber kendisinin 'insanlığı kurtarma cihadına' çağrıldığını sanmadı. Barrie ahlak baltasını engin bir neş'e ile kullanabilen Shaw a hiç benzemezdi. Onun biricik silahı hülyalı bir göz ve uçuk, el kol bağlayıcı bir gülümseme idi. O, iç aleminden dışarıya çıkarak etrafını araştırdı ve Tanrının yarattığı kadın ve erkekleri gördü. Bu yaratıkların pek iyi olduklarını kabul etmedi. Kendisine derin bir inançla:Ben bunlardan daha iyisini
yaratabilirim...Diye düşündü. Tekrar öz alemine döndü. Kendi örneğine göre kadın ve erkeklerle dolu kendi dünyasını yarattı. Bu dünya nasıl bir yerdir. Bazıları, bunun gerçek dünyadan daha hoş, zevkli olduğunu, bazıları ise tadını kaçıracak kadar sevimli göründüğünü söylüyorlar..Nitekim Barrie ye dair yazılan bir çok kitaplarda bu nokta halledilmiş değildir. Muhakkak olan bir şey varsa Barrie nin seçtiği mevzular akıl ve mantığa aykırı:(Quality Street, Alice Sit-by-the-Fire gibi) tipleri gibi inanılmayacak kadar hayali (Valetine Brown, Tweeny, Mary Rose gibi) diyalogları da bazen paslı bir makine kadar gıcırtılıdır.
Shaw gibi Barrie de Londralı değildir. İrlandalıdır. 1860 da Kirriemur da doğdu. 1882 de Edinburgh Üniversitesinden mezun oldu. Londra da gazetecilik etti. 1888 den 1900 yılına kadar müteaddit romanlar, nesirler ve biyografiler yazdı. Öyle ki 19. asır kapanırken, edebiyat dünyası onu şöhreti hudutları aşmış bir romancı olarak buldu. Barrie bu arada bir kaç piyes kaleme almış, fakat pek öyle bir başarı gösterememişti. Lakin aradan bir çeyrek asır geçip de romanları artık modadan düşünce ikinci hüviyeti ile yükseldi ve zamanının en gözde piyes yazarı olarak tanındı, sevildi.
The Professor's Love Story 1895 (Profesörün  aşk masalı), The Litte Ministes 1897, The Wedding Guest 1900 (Düğün misafiri) adlı tecrübi piyesle, Barrei nin daha orijinal bir şekilde yazmaya başlamadan önce, malum ve kabul, tatbik edilegelmiş olan sahne örf ve adetlerine uymaya çalıştığını gösteren eserleridir.
Quality Street 1901 de bambaşka bir teknik hakimdir. Vak'a Napoleon devrinde geçer.
Geçen sene sahnemizde Bulunmaz uşak isimi altında fevkalade bir başarı ile temsil edilen The Admirable Crichton(I) piyesinde sosyal düzelticiler, cidden etkili ve eğlendirici izler bulabilirler.
(Bulunmaz uşak) taki tipler, hayat pazarında rastladığımız insanları ziyadesi ile andırır. Ekserisi, hiç bir ince noktası ihmal edilmeksizin adeta özene bezene resmedilmiştir. Fakat bu tiplerin gündelik hayatta gördüklerimize uyması alelade insan numuneleri olmalarından değilde, daha ziyade Barrie nin göz dünyasındakilere benzemesinden ileri gelir.
Gerçek dünya ile Barrie nin yarattığı hayal, fantezi dünyası arasındaki uçurum ne kadar derin olursa olsun, onu, hayatı kendi merceğinden tenkit etmek hakkından asla mahrum etmiyor. Barrie ye göre iki dünyadaki ( yani bizim dünyamızla onun dünyası) en hoş, en meraklı manzara kadınla erkek arasındaki ebedi trajikomik mücadele, müsabakadır. Barrie de kadınca bir duyuş, bir seziş vardır. George Mereditt in bir özdeyişini yazara tatbik ederek diyebiliriz ki, Barrie kadınlaşmadan varlığında kadın içgüdüleri bulunan bir varlıktır. Onun içinde, hayat ve insanlığı kadınlık bakımından görmek güçlü isteğini besler. O erkek egoistlere en az dost olan bir mahluktur. Dünyanın da kuvvetli, kendisine güvenen erkeklerin yüz suyu hürmetine durduğuna inanmak gibi bir gösterişte bulunmaz. What Every Women Knows 1908 ( Her kadın ne bilir) deki John Shand isimli kahramanla, bir başka piyesinde ki Harry Sims, bütün o kuvvet ve kudretli görünüşlerine rağmen, bu bakımdan alelade hava habbeciklerinden başka bir şey değildirler.
1917 de yazdığı Dear Brutus ( sevgili Brutus) ile 1920 de çıkardığı Mary Rose da Barrie realite dünyasından daha çok uzaklaşır.
Barrie, dünya çapında büyük bir piyes yazıcısı mıdır?.. Buna, doğrusunu isterseniz cevap veremeyeceğim. Fakat edebiyat eleştirmenleri, Barrie yi mehenke vururken çok titiz davranıyor ve bir hüküm verirken de:
- Böyle diyoruz ama, şuur altı bir inançla da bu hükmümüzde yanıldığımızı anlıyoruz...Diyorlar.
Bende aynı inancı besliyorum.
                                                                                                         İbrahim Hoyi


11 Kasım 2018 Pazar

Piyes üstatları 2

Bernard Shaw ın edebiyat dünyasına ilk atıldığı 1890 senelerinde, 'sanat sanat içindir' nazariyesi devrin bayraktarlığını ediyordu. Fakat Shaw,  ahlaki ihtirasla kontrol edilemeyen herhangi bir sanatı asla hoş göremiyordu. Parolası 'sanat hayat içindir'di. 'Sırf sanat için bir satır bile yazı yazmak zahmetine katlanmam' diyordu.
O, yapıcı, ıslah edici bir ihtiras, heves sahibi olan tabi bir sanatkardı. Piyesleri de sanatkarla, ahlakçı arasındaki uzun, bitmez tükenmez mücadelelerin birer aynasıdır. Bir sanatkar, bir nesir üstadı gibi eser yarattığını sezdiği zamanlar, Shaw yalnız bir sanatkar, bir amatör olmuş olmak korkusuna tutuluyordu. Lisana, şahane bir surette hakim olmanın zevkini pek iyi tadan büyük üstat, bu bağışının, dinleyicilerini ciddileştiren, aptala çeviren bir uyku ilacı yerine geçmesinden ürküyor, böyle bir tehlikeden şüpheye düşer düşmez de, kendi ifadesi ile ' Derhal yazılarına bir nükte, bir şaka anlamı katarak ciddi insanları tüneklerinden aşağıya yuvarlıyordu.'
Bernard Shaw, 1885 senesinde dramcılığa atıldı. Bu İbsen in meşhur 'Bir bebeğin evi' piyesinin İngiltere de önceki temsillerinden 6 sene sonraya tesadüf eder. İbsen in Shaw üzerindeki tesiri ne derecede kuvvetli olmuştur. Bunu daha salahiyetli kalemlere bırakıyorum. Yalnız şurası muhakkaktır ki Shaw, İbsen in fikirleri ile temasa gelince sarsılmadı. Kendi düşünceleri, inançları hiç değişmedi. Sadece İbsen in piyeslerindeki teknik yeniliği beğendi, kuzeyli üstadın ideallerle, idealistlere karşı yürüttüğü hükümler hoşuna gitti. 'Kadınca kadın'a karşı beslediği antiromantik sabırsızlığı sevdi. İbsen, zamanın hakiki köleliğinin  'İyilik idealleri köleliği' olduğuna inanıyordu. Shaw, üstadın bu fikrini hararetle alkışladı, tasdik etti. Zira kendisi de gem vurulamayan bir idealizmin düşünce ve mantıktan mahrum binaenaleyh, tehlikeli, tahrip edici ve muzir, akılsız bir idealizm olduğuna iman etmişti. İnanışınca, insan dogmatik ve kabul edilegelmiş inançları incelemeliydi. Bunu yapmaya başladığı andan itibarende akıl, zeka ve iyilik meydana çıkmış oluyordu. Shaw ın hayatta en büyük mücadelesi de işte budur:
Sormak, anlamak...nedir?...Sorgusunun anahtar ile belki bütün içtimai ahlaki sırları açmak...
Shaw ilk piyesi,' Windower's Houses' dir.  Yazar bu eserini William Archer ismindeki bir arkadaş ile birlikte yazmaya başladı, fakat sonuncusunun işi yarıda bırakması üzerine, müsvetteleri bir kenara atarak, yedi sene eline almadı. Sonra ani bir gayretle işe sarılıp piyesi bitirerek 1892 senesinin nihayetlerine doğru Independent Thestre (Müstakil tiyatro) da oynattı. Eseri J.T. Grein sahneye koydu. 1898 yılında Shaw ın ilk tiyatro dizisi iki cilt olarak çıktı: (Plays, Pleasant and Unpleassant) Windowers Houses piyesini tavsif etmek lazım gelirse, buna piyes haline konulmuş bir 'iktisadi eser'dir, diyebiliriz. İçindeki kişilerin hepsi kasten riyakar ve hilebaz olarak gösterilmiştir. Kahramanlarından Trench cahil bir santımantalist Blanche Sortorians da, hafif bir akli dengesizliği olan oynak bir kadındır. Eser canlıdır. Fakat esas dah ziyade yazarın port parollüğünü eder, yani onun düşündüğü gibi düşünür, onun hislerine tercüman olurlar. Shaw ın çizdiği hayal etme gücü kıt, latifeden anlamaz İngiliz Trench ve diğer piyeslerindeki öteki kahramanlar eleştirmenlerin aşırı derecede tenkitlerine maruz kalmamakla beraber üstün bir vasfı haizdirler ki, bu da hepsinin Shaw ın hayal etme gücünden çıkmış, kendi paratifi olmalarıdır. (Unpleasant Plays) daki üç piyesin kahramanlarının hepsi, baş kuklacı tarafından idare edilmelerini bekleyen kuklalardır. Halbuki (Pieasant Plays) dizilerinde iş değişmektedir. You Cannever tell (bilinmez ki) piyesindeki uşak William harikulade şahsiyetleşmiş bir tiptir. (He Mou Armsand) daki Bluntschli nin tek başına piyesi sürükleyip götürmekte, Candida nın ekser tipleri devrin en muvaffak olmuş piyes kişileri numuneleridir.
Bu iki diziyle, bunu (1901) de takip eden Puritan lara mahsus üç piyesi (Three Plays for Puritans) da Shaw sanat aşiftesinin kolları arasında çırpınan vaizi andırmaktadır. Vaizin biricik dileği, emeli fikirlerini ve inanışlarını etrafa duyurmak, yaymaktır. Halbuki dramcı sanatkarın başka arzuları vardır. Eninde sonunda, vaiz, her ne kadar ayakta tutunabildiyse de 'yalnız ve yalnız edebiyat' büyüsü ile de mütemadiyen savaşmak mecburiyetinde kaldı. Shaw 1903 de Man end Suferman ı (İnsan ve insan avı) neşrettiği zaman artık tam ve olgun bir piyes yazarı halini almıştı. Çıraklık günleri geçmiş, tiyatronun aradığı, istediği bir unsur olmuştu. (İnsan ve insan üstü) piyesinde fikirler, tiplerden daha ziyade canlıdır ve akılda kalır. Sahne tertibatı ile alakası pek azdır. Yazar tarafından bir komedi ve bir felsefe diye vasıflandırılan bu eserde, Shaw ın insan ırkının necat yolunu gösteren ilk belli başlı inançlar perçinlenmiştir. Yazarın fikirce necat yolu, itaatle başlar ve 'hayat kudretinde' sona erer. Bu öyle bir kuvvettir ki insanların kalbinde çalışarak, onları daha iyi ve daha tam bir hayata doğru sürüklemeye gayret eder. Daha sonraki piyeslerinde Shaw bu ' hayat kudreti' tabirini 'iradei ilahiye' manasında kullanmıştır. (Heartbreak 1919) (Huse 1921) Back to Methuselah isimli eserlerde hep bu 'hayat kudreti' formülünün türlü türlü ifade ve oluşumlarını görürüz. Kendine has bir felsefe veyahut din güden Shaw, piyeslerinde bu inançlarını ince çeşnili bir mizah, keskin bir zeka, usta bir kelime cambazlığı üçgeni içinde bize telkin eder.
Bernard Shaw ın dramcılık kudret ve ustalığını 1904 de yazdığı John Bsell in Other Island (con bol ün diğer adamı) isimli piyesinde alkışlayabiliriz. Bu eser, yazarın tiyatro sahasındaki köklü kabiliyet ve insan gücünü, lisana olan hakimiyetini, üslup ve nesir üstatlığını, tipleri yaratma kudretini, sahne tertibatı bilgisini göstermek bakımından, en değerlilerden biridir. Saint Joan ( Jan dark 1924) ve The Doktor's Dilemma (Doktorun muamması 1906) nı bu yönden yabana atamayız. Yalnız, bir sahnesinde üç kişinin bir araya gelip bir tek harekette bulunmaksızın sadece yarım saat durmadan konuştuğu (Jan Dark) piyesini acaba bizim seyircilerimiz beğenir ve İngiltere de, Amerikada ki kadar çoşkunlukla alkışlar mı, doğrusu şüpheliyim.
İngiliz edebiyat dünyasının büyük hicivcisi, dram aleminin en büyük üstadı olan Bernard Shaw, bugün 87 yaşında olmasına rağmen daha hala yazmakta, paradoksalda görünse söz ve fikirleri ile bütün çevresini tesiri altında bırakmaktadır. En son piyesi Geneva ( Cenevre) dir. Daha ziyade zamanımızın siyasi şahsiyetlerini hiciv eden bir eserdir.
                                                                                                            İbrahim Hoyi

5 Kasım 2018 Pazartesi

Piyes Üstatları 1

Tiyatro konusundan girmişken üstatlara da girmeden geçmeyelim dedim.

İbrahim Hoyi nin 1941 Perde ve Sahnede yazmış olduğu piyes üstatları adlı yazı dizisini paylaşmak istedim. Umarım beğenirsiniz.

1876 Senesinde Londra sokakları yepyeni bir çehre ile karşılaştılar. Bu Dublin den gelen İrlandalı bir genç idi. Kocasının ele avuca sığmayan hallerine aşırı derecede canı yanan annesi bu delikanlıyı Londra ya yollamıştı. Baş şehrin göz alabildiğine uzanıp giden yollarında nasibini aramaya çıkan bu silik gencin yani ilerinin büyük hicivci üstadı Bernard Shaw gönlünde ne bir ümidi, bir yerde hazır bir işi, ne de cebinde parası vardı. Fakat buna rağmen aynı adam yirmi sene sonra:
-Benim kaderim Londrayı okutmak, terbiye etmekmiş...Diyebilecek idi.
Shaw 1856 yılında Dublin de doğdu ki bugün 85 yaşında bulunuyor demektir. İlk tahsilini amcasından gördü. Sonra bir mektebe girdi ise de fazla bir şey öğrenmedi. Sebebi de -kendisinin itiraf ettiği gibi-çalışmaması ve mukabilinde Homer in masallarını anlattığı iki zeki arkadaşının yardımlarından istifade etmesi idi.
Shaw ın annesi ileri fikirli, hiçte zamanın kadını olmayan bir insandı. Göreneklere, dar an'anelere kapılmayan, hür bir yaradılışı vardı. En büyük ihtirası musiki idi. Öyle ki, evini, amatör opera cemiyetinin merkezi haline getirmiş, şan hocası Jhan Vandeleur Lee ile birlikte bu merkezin elebaşılığını yapmakta idi. Lee, hem maestroluk, hemde sahne vaziliği ediyor, Shaw ın annesi de temsillerde primadonnalığa çıkıyordu. Shaw daha 15 yaşlarında bir çocuk iken Mozart, Handel, Beethoven, Rossini, Mandelssohn, Bellini, Donizetti, Verdi ve Gounod bir çok operaları ezberlemişti. Bunları sanki alelade şarkılarmış gibi ıslıkla çalıyordu. Aradan çok geçmeden de çalıştığı bir müessese de mesai saatinde katiplere bu operalardan bazılarını öğretip hep bir arada söyletmeye kalkışınca -tabiatı ile- kendisine yol göründü ve 1876 martında bu müesseseden ayrılarak Sen- Core boğazını geçip Londraya vardı.
İlk piyesi temsil edilinceye kadar Londra da tam 16 sene ömür çürüttü. 1876 dan 1885 e kadarda tam 9 sene müthiş bir edebi faaliyet ile her ay ancak altı İngiliz lirası para kazanabildi. Beş roman yazdı. İkisi mecmualarda tefrika edilmiş oldukları halde tabılar hiç birini basmadı. 1882 de toprağın millileştirilmesine dair dinlediği bir konferans kendisini coşturarak 'İnsaniyetin kurtarıcı savaşı' oluşumuna yazılmaya sevk etti. Yine bu sıralarda meşhur İngiliz şairlerinden Shalley in propagandasını  yaptığı vegatarian (Nebattan başka bir şey yemeyenlerin mensup oldukları meslek) ve humanitarlan (Hazreti İsa nın insanoğlu olduğuna inananlar) doktrinlerinin tesiri altında kaldı.
Shaw ın arkadaşları hep kendi gibi düşünene insanlardı. Araştırma-tahsil gibi usullerle sosyalizm prensiplerini köklendirmek ve yaymak iddiasında bulunan bir cemiyete aza olan Shaw bir müddette bu uğurda bir takım yazılar yazdı. Bu siyasi kaynaşma ve heyecan senelerinde Shaw kuvvetli bir halk hatibi olmayı kurdu. Umumi içtimalarda, halk toplantılarında her vesileden istifade ederek konuşmak fırsatını kaçırmadı; köşe başlarının ve manzara cemiyetlerinin tanınmış çok görülen bir çehresi haline geldi. 1885 de her nedense dünyalığı azaldıkça azaldı. Bir dostunun tavsiyesi ile gazeteciliğe başladı ve Pall Mall gazetesi ile The World e (Dünya) yazılar yazmaya başladı. 1888 de The Star gazetesinin musiki eleştirmenliğine getirildi. 1895 de de Saturday Revlew gazetesinin tiyatro eleştirmenliğini yapmaya başladı. Sonraki makaleleri; her gün muntazaman iki sütun çıkan bu tenkit yazılarını bastırdı ise de, bunlarda hakim olan orijinal fikir, tazelik, sağlam esaslara dayanan muhakeme ve mantık ve Shaw a has pervasızlık bugün bile zevkimizi okşayan sevimli unsurlardır.
O sıralarda 'Yeni gazetecilik' İngiltere de daha yeni yeni doğuyordu. Londra da mecburi ilk tahsil, Shaw ın baş şehre geldiği sene tatbik sahasına konulmuş, 1895 senelerinde de yeni bir okuyan zümre ortaya çıkmaya başlamıştı. Yeni yeni usuller ve yetkiden ziyade canlılık arayan memurlar yüzünden köhne matbuat rejimi sallamaya başlamıştı. Yeni gazetecilerin en canlılarından biri olan, yazdığı ve söylediği her şeyde tek bir gaye, kendisine kulak verilmek, dinleyici ve okuyucunun fikrini kendisine celbetmek gayesini güden ve bu kati kararla hareket eden Shaw, efkarı umumiye ye arz edeceği en doğru bir kanaati bulup araştırmak için her türlü zahmete katlanıyor ve icap eden malzemesini tedarikledikten sonra bunları pervasızca ortaya atıyordu. Öyle ki Shaw, sahneye tırmanmadan çok önce şöhret bulmuştu. Toplumsal müesseseleri o harp edici, tartaklayıcı sorgular ile paçavraya çevirirken efkarı umumiyenin hem taktirine, hemde gazabına uğradı. Fakat, etrafında bir başkasının güdümünde bulunan bütün bir genç neslin sevgisini kazanmaktan da geri kalmadı. Cemiyetin kusurlu eksik taraflarını tenkit ederken, kahkaha ve alay etme gibi en keskin silahlarını kullandı. Bir çok usulleri ve bir çok kürsüleri denedikten sonra, Bernard Shaw dünyada en iyi, en münasip kürsünün ' sahne' olduğunu keşfetti ve sahneye atladı. Dram yazarlığını öğrendi. Üstat, kabına varılmaz hatiplik meziyetinin yanı başına bir başkasını en büyük dram yazarlığını da kattı.
Piyesleri mükemmel olmaktan uzaktır diyorlar. Hangi yazarın eseri kemale ermiştir sanki? Yarattığı tiplerin bir çoğu kendi ayakları üzerinde duran ve kendi dilleri ile konuşan alelade insanlar olmaktan ziyade başkalarının 'ağız'ları imiş. Mizahı bazen can sıkıcı ve hiçte ustaca değilmiş. Peki bütün leh ve aleyhteki deliller toplandıktan ve Shakespeare de İngiliz d
ram yazarları listesinin en başına geçirildikten sonra, ikinci isim olarak Shaw ı yazmayacağız da kimi yazacağız?.. Ben Johnson u mu? Marlow, Congreve, Webster, Sheridan ı mı? Zannetmiyorum. Çünkü bunların hiç birisi ve ne de emsalleri Shaw ın yirminci asrın başlangıcında efkarı umumiyenin düşüncelerine hakim olduğu kadar, yaşadıkları 17. ve 18. asrın düşüncelerine hakim olamamışlardır. Bu şöhretlerin hiç birisinde Shaw da billurlanan zeka ve harikulade ve eşsiz nesir üslubu da yoktur.
Gelecek yazımda Bernard Shaw ın dramcılık tarafını tetkike çalışacağım.

1 Kasım 2018 Perşembe

İlk Türk tiyatrosu ve İlk Türk piyesi 2

Güllü Agop un davetine en evvel icabet eden Ali bey olmuştur. Ali bey yalnız piyes vermekle kalmamış Güllü Agop a bir fiil yardımla bu piyeslerin bozuk bir şive ile temsil edilmelerinin de önüne geçmeye çalışmış ve bu gaye ile aktörlere telaffuz dersi vermeye başlamıştır.
'Vatan yahut Silistre! temsilini müteakip Akkaya sürülen Nuri bey:
'Karantina başkatibi Ali beyefendinin tiyatrosunun tesisi hususunda Agop efendiye sahihen muavenet eylediği mağraza çıkarılmaya şayan oyunların ekserisi anın eseri kalemi bulunduğu' nu risalesinde kaydederek bu hakikati belgelemiştir.
1870 senesi Güllü Agop tiyatrosu şimdiye kadar sarf edilen gayretlerin mükafatını toplamaya başlamıştır. 'Basiret' gazetesinde çıkan şu fıkra bunun parlak bir delilidir:
'Bu senei mübareke Ramazanı şerifinde kürşat olunana Osmanlı tiyatrosu  doğrusu az vakitte hayli gelişme göstermiştir. Şu şimdiki halini az vakitte çalışmış olmasına nazaran yakın vakitte bütün Avrupanın ileriye gitmiş tiyatroları şekil ve heyetini bulacağına yakın hasıl olmuştur. Mevkur tiyatronun kurucusu olan Güllü Agop efendinin himmetini herhalde taktir eyleriz.
Şark ahalisinin derecei zakavetleri bununla da müspet ve milletimiz böyle eserler vücuda getirilip bir taraftan bütünleme edildikçe medeniyete bir kat daha meluf olacakları rehini mertebei açıklıktır.
Mevkur tiyatroya hükümet üyeleri onur ve memurini soylular hezaratı caniplerinden dahi teşrife rağbetleri şerefini gerektirme ve ilerlemesini davet edeceği malumdur.'
'Basiret'in tiyatronun ilerlemesi hakkındaki temennisi ne kadar samimi ise halkın rağbetinin kafi derecede olmadığı da çok açıktır.
Bu vaziyetten şikayet için yine 'Basiret' 1871 de şöyle bir fıkra yaymaktadır:
Himmetine herhalde müteşekkir olduğumuz Güllü Agop efendinin iyi fena az çok meydana koydukları şu Osmanlı tiyatrosuna devam etseler Tiyatroyu Osmani daha başka bir hal çalışırdı.'
1872 senesi vaziyette büyük bir düzelme hasıl olmuş. Güllü Agop tiyatrosu daha başarılı temsiller vermekte devam etmiştir.
1873 başarılarından cesaret alan Güllü Agop kafi derecede ayağına gelmeyen halkın ayağına gitmek emeli le temsilleri için Beyoğlunda da daimi bir bina temin ederek faaliyetine devam etmiştir. 'Basiret' te okuyabileceğimiz şu bent bu hakikati bize öğretmektedir.
'Osmanlı tiyatrosu müdürü Güllü Agop efendi bu sene Beyoğlunda Alkazar nam mahalde şark tiyatrosu namı ve Manukyan efendinin idaresi altında bir şube açılışı ile Tophane, Kabataş ve Beşiktaş halkı tiyatro temaşası için ta Gedikpaşaya gitmek külfetinden ve tabiri öteki mahalli mevkur ahalisini tiyatro temaşası hasretkeşliğinden kurtarmıştır ki doğrusu şayanı taktirdir.
Adı geçen kişi Agop efendi memleketimizde hiç yoktan bir Osmanlı tiyatrosu tesis ederek bu uğurda çalışmakta bulunmuştu. Lakin müddeti mevkure zarfında çatmiş olduğu tarizat elhak tahammülün haricine çıktığı halde yine himmet ve gayretine umutsuzluk getirmemiş olduğundan Osmanlı tiyatrosunu bugün bulunduğu dereceye kadar isale muvaffak olmuştur.
Güllü Agop efendinin tahtı imtiyazında bulunan Gedikpaşada ki Osmanlı tiyatrosu ve oyuncuları sahiden bir kat daha çalışarak seyrine gidenleri memnun etmekte olduğundan doğrusu efendii adı geçen mülkümüzde Osmanlı lisanı üzerine en evvel tiyatro kürşadına muvaffak olmasından dolayı tebrikle devamı ve ilerlemesini temenni eyleriz'
1874 senesi aynı tarz üzerine geçer. Güllü Agop tiyatrosu artık halk tarafından tamamı ile benimsenmiş ve her sene bir parça gelişmesi sayesinde tamamı ile canlanmıştır.
1873-1874 seneleri yaz ve kış mevsimi programı olarak yayınladığı broşür bizi bu hususta kati olarak bilgi vermektedir.
GüllüAgop tiyatrosu o zaman 15 memurdan, sekiz Türk olmak üzere 26 aktörden, 18 aktristen mürekkeptir. temsil repertuvarı 27 telif eser, 53 tercüme dram, 48 tercüme komedi ve 15 musikili oyundan mürekkeptir.
1875 senesi musikili oyunlar Güllü Agop a büyük miktarda rekabete başladığından diğerlerinden geri kalmamak için GüllüAgop esaslı bir şekilde musikili oyunlar oynamak teşebbüsüne girişti. Muvaffak olmak azmi ile işe başlayarak Meynadier isimli bir rejisörle üç senelik bir mukavele yaptı.
Meynadier  o zaman Beyoğlunda muvaffakiyetleri ile pek çok şöhret kazanmıştı. Bu sanata aktörlükle giren Meynadier uzun seneler İtalyada da rejisörlük etmiş olduğundan tanınmış değerli bir sanatkardı.
Güllü Agop çok güzel dekor isteyen hafif musikili oyunların ve operetlerin layık ile temsili için Gedikpaşa tiyatrosuna Meynadier nin tavsiyesi ile yeniden tadilat yaptırdı.
Kumpanyayı başlangıcından beri himaye eden Abraham paşa bu yeni teşebbüsü de teşvik ediyordu. Sahneyi derinleştirmek ve sağlamlaştırmak için lazım gelen masraflardan kaçınmadı. Aynı vesile ile sahnenin tavanı da yükseltilerek dekorların kolay ve çabuk değişmesi imkanları elde edildi. Işıklarda da tadilat yapıldı. Kuvvetlendirildi.
Günler geçtikçe tiyatro halkın alışkanlıkları arasına karışıyor, rağbet artıyordu. Bazı hükümet üyeleri de tiyatroya gelmekte artık mahsur görmüyorlardı.
Yazık ki 1882 de Ahmet Mithat efendinin 'Çerkez Özdenleri' adlı eseri temsil edildiği sıralar saraya verilen bir jurnalle bu piyesin (taba arasına nifak) sokacak mahiyette olduğu iddia edilerek bir gece temsilin yarısında perde kapattırıldı ve tiyatro binası derhal yıktırılarak arsası tesviye edildi.
Sonra Güllü Agop muzikai humayuna alınarak tatmin edilmek istenildi.
Gelecek yazımda bu tiyatronun oynadığı ilk telif eserleri tahlil edeceğiz.

Her olayın ilki zordur. O nedenle bende bir ilki sizinle paylaşmak istedim. Tiyatroya emek veren tüm sanatçı ve yönetmenleri bur da saygı ile anmak  isterim.



27 Ekim 2018 Cumartesi

İlk Türk tiyatrosu ve ilk Türk piyesi 1

Uzun bir aradan sonra tekrar yazmaya başladığımda sizinle tiyatro tarihinden bir şeyler paylaşayım istedim.Bir ilk ile başlamak güzel olur dedim. Umarım beğenirsiniz bu tercihimi.

Perde ve sahnenin 1941 basımı ilk Türk tiyatrosu ve piyesinin neler olduğu konusunda Salim Nüshet Gerçek in yazdığı yazı ile başlamanın güzel olacağını düşündüm.

Kuruluşundan beri tiyatromuzun halledilemeyen başlıca davasının telif eser meselesi olduğunda bu sanatla yakından ve uzaktan alakadar olanalar umumiyetle müttefiktirler. Fakat yazık ki bu ittifakta bu hakikati teslimden ileri gidilememiş, evvelce bu vadide yapılanlar tetkik edilerek yapılması lazım gelen bu hususlar tespit edilememiş, velhasıl davanın halli çareleri esaslı olarak araştırılmamış veya bulunamamıştır.
Bu satırları yazmaktan maksadım başlayan davayı bütün teferruatı ile ortaya koymak, sonrada hal çareleri araştırmaya ve bulmaya çalışmaktır. Çünkü davanın bütün eğlencesi aydınlanacak olursa hal çaresi de kendiliğinden meydana çıkacaktır kanaatindeyim.
İlk telif eserlerin ne şartlar dahilinde vücuda getirildiğini öğrenmek için onları temsil eden tiyatronun ne zaman ve nasıl kurulduğunu bilmek lazım gelir. Bende bu zaruret dolayısıyla gerçek ilk telif eserleri temsil eden Güllü Agop tiyatrosundan bahsedeceğim.
Doğrusu Güllü Agoptan öncede Türkçe temsiller verilmiş ise de onları burada zikre imkan göremiyorum. Çünkü mesela Dolmabahçe tiyatrosunda Türkçe bir temsil verildiğini biliyorum. Fakat oynanan oyunun telif mi, tercümemi olduğunu öğrenmek kabil olmadığından onu hesaba katmıyorum. Naum tiyatrosunda Abdülhamidin huzurunda temsil edilen 'Don Gregoryo' ya da tercüme edilen bir eser burada yer veremiyorum. Arkası gelmeyen bu gayretleri ve buna benzerlerini bertaraf ederek Türkçe temsiller veren bir tiyatro kurmuş, hatta bunun fiili imkanlarını temin etmiş olmak için on sene müddetle suflör le Türkçe oyun oynamak imtiyazını almış olması sıfatı ile doğrudan doğruya Güllü Agop u ve tiyatrosunu ele alıyorum.
Güllü Agop 1867 de Ermenice temsillere başladıktan sonra galiba Karabet  Papasyan adlı bir zatın teşviki ile Türkçe temsiller vermeye hazırlandı. Esasen daha geniş bir seyirci kitlesine hitap edebilmek menfaati bakımından da çok cazipti. Ayni sene içinde faaliyete geçerek '`Sezar Borciya 'adlı eseri Türkçe olarak temsil ettirdi. Ruznamei Ceridei Havadis bize bu malumatı vermektedir: Tiyatroyu Osmani Kumpanyası tarafından vücut eden üzerinde yazı bulunan kağıttır.
' Tiyatroya tabi olunan oyun nice zamandan beri elsinei ecnebiye ile icra olunmakta olduğundan diğer ehli lisan ve bazen o lisan ile el alışkanlığı kesbeyliyen kişiler maarif nişan sonradan kazanılmış sevinç ve zevk ederek şair ahali ise sade suretinin müşahedesi ile vakit yitirerek amaçlanan hakiki vukuata sonradan kazanılmış bir konuda bilgi edemediklerinden bu yüzden müteezzi olmaları bahisi tesadüf olarak bu yolda lütfü çabanın sarfı mesai ve iyiliğine intizar olmakta iken maarifvayei hazreti bugün saadetlü Kiyork Efendi zade Karabet efendinin tercümesine gayret ve ihtimam etmiş olduğu Sezar Borciya oyununun iş bu başlaması iydisaidi 'ramazanı şerif' adhanın 'ezan' ikinci cumartesi günü akşamı yani pazar gecesinde Gedikpaşa da olan Tiyatroyu Osmanide hava müsait olduğu halde icrası kararlaştırılmış olmakla kaderdanı hikmet ve maarif olan kişiler mekarimsimatın lütfen tesfikleri mütercim mumaileyhin hülulu memnuniyetini müeddi olacağı gibi kumpanyamız tarafına dahi başkaca bahisi iftihar ve şükraniyeti gerekli bulunacaktır.'
Burada verilen izahatten Güllü Agop tiyatrosunun ilk Türkçe temsili olarak kabul edebileceğimiz bu oyunun bir hususiyeti de ilk defa olarak üç Türk aktörünün iştiraki ile verilmiş olmasıdır. Bu aktörler Ahmet Necip, Büyük İsmail, ve Büyük İsmail in kardeşi Hamit Efendilerdir.
Güllü Agop un temsiller vermeye başladığı Gedikpaşa Tiyatrosu evvelce Soillier isminde bir cambazhane sahibi tarafından yaptırıldığından ve alelacele tiyatroya tahvil edildiğinden işe pek elverişli değildi. Güllü Agop ne yaptıysa yaptı, tiyatrosuna Abraham Paşanın maddi ve manevi himayesini kazandırdı.  Bu sayede tiyatroyu yıktırarak yerine bir yenisini yaptırdı. Bu güne kadar bir çoklarımızca meçhul olan bu hakikat 'Ruznamei Ceridei Havadis' te karelere şu satırlarla ilan edilmektedir: 'Gedikpaşa kain tiyatrohaneyi bu defa bir kumpanya iştirak ederek daha geniş ve güzel bir heyete yaptırmak üzere hedmettirmiş ve Avrupa tiyatrolarına takliden güzel güzel operalar icra olunmak üzere meşhur ve maruf oyunculardan lüzumlu miktarı celp olunmuş olduğuna ve yakın zamanda inşaatı residei hitam olup aralık ayının sekizinci gecesi açılışında kesin olarak bulunmuş ne olduğu belirsizliğine binaen Dersaadet ahalisinin mevsimi kışta Beyoğlun da bulunan tiyatrolara gitmeye muhtaç olmayacakları malumdur.'
Yeni yapılan tiyatro ilan edildiği vakitte açıldı. İşte bunun yine 'Ruznamei Ceridei Havadis' te çıkan resmi ilanı:
'Gedikpaşa tiyatrosu geçen hafta açılmış olunup güne gün operalar ve ayak oyunları icrasına bed olunmuş ve önümüzdeki çarşamba gecesi dahi saat iki buçuk raddelerinde yine açılıp ve görülmedik surette  mehtaplar yakılıp birinci faslında berber oyunun, ikinci faslında davalato denilen meşhur ayak oyunu oynanacak ve ondan sonra dahi bu her gece az önce adı geçen tiyatroda tiyatro oyunu oynanacaktır.'
Bu ilandaki Berber oyunun Ali beyin 'Geveze Berber'i olsa gerektir. Türkçe temsiller bu hazırlık devresi içinde yavaşça artmaktadır. 1867 Ramazanı da böylece tek tük  verilen Türkçe temsillerle geçmiştir.
1868 senesi bir Türkçe temsilin daha verildiğini 'Terakki gazatesinin şu fıkrasından öğreniyoruz:
'Gedikpaşa da Tiyatroyu Osmaniye de Ramazanı şerifin yirmi sekizinci pazartesi akşamı yani salı gecesi Güllü Agop marifeti ile (Efsanei Fuzili berayı Leyla ve Mecnun) oyunu pürfünunu beş perde olarak Mustafa efendinin tertip ve telifi üzere icra olunacaktır.'
Bu oyun kısa fasılalarla bir iki defa daha oynanmıştır. Bunların ilanındaki 'geçen defadan daha mükemmel bir suretle icra olunacağı' tarzındaki kayıttan henüz bazı aksaklıkların önüne geçilemediği anlaşılmaktadır. Türkçe temsillerin rağbet görmeye başladığı ise muhakkaktır. Bunu önlemek için ertesi sene 1869 Güllü Agop yeniden faaliyete geçiyor. 'Terakki' gazetesinin bu hakikati  tespit eden çok ehemmiyetli bir yazısını birlikte okuyalım.
'Mevsimi kışta Türkçe olarak Dersaadette Gedikpaşa tiyatrosunda komedya ve dram ve trajedya gibi tiyatro oyunları icra etmiş olan kumpanya genişletmek üzere kabiliyetli oyuncu aramakta olduğundan lisanı Türkiyi layık ile bilir ve okur yazar olmak şartı ile rağbet eden bulunur ise adı geçen kumpanya direktörü ile görüşüp söyleşmek üzere be her pazartesi günleri saat altıdan on bire kadar Divan yolunda kain kıraathaneye müracaat eylemeleri ve birde icra olunmak üzere oyun tertip ve tanzim etmiş olan kişiler dahi yapmış oldukları oyunlar umumun rağbetine mazhar olduğu halde her defa icrasında hasılattan yüzde on ayırma ve ita olunacağından bu ayın kişinin dahi direktörle görüşmek üzere mahalli adı geçen kişiye müracaat buyurmaları ilan olunur.'
Bu yazının sonu ile tam olarak mevzumuza giriyoruz. Açıklıkla görülüyor ki Güllü Agop gerek tercüme gerek telif oynadığı Türkçe oyunlarının kıvamsızlığını sezmiş ve bunları daha cazip gösterecek çareler aramaktadır.