Biraz ara verdiğimin farkındayım ama gerçekten bazende yazacak şeylere karar vermek zor oluyor. Bugün sizinle birazda basın zorlukları ile ilgili bir yazı paylaşayım dedim. Yine Yedi gün 1939 yılında yazılmış gazetecilerin zorluklarını anlatan Hüseyin Cahit'in bir yazısını paylaşmak istedim umarım beğenirsiniz.
Doğru söyleyenlerin dokuz köyden kovulacağını bir atalar sözü bize ihtar eder. Doğru söyleyen gazetecileri kovmuyorlar ama, ağızlarını tıkıyorlar. Buna imkan bulmak ve alınan şiddetli tedbirleri mazur göstermek için de dünyanın ne kadar felaketleri varsa hepsinden gazetecileri mesul tutuyorlar. Hitler 1938 senesi şubatında, Reichatag'da söylediği nutukta, yabancı gazetelerde görülen yalanların milletler arası sulh için büyük bir tehlike teşkil ettiğini söyledikten sonra, Almanya'nın kuvvetlerini artırmaya bundan dolayı dolayı mecburiyet hissettiğini beyan eyliyordu. Gazeteleri halkça menfur bir hale sokmak için iyi düşünülmüş bir tedbir.
Halk silahlanma masraflarının yükü altında ezildikçe, bu çektiği felakete sebep olanları tel'in etmeyi düşünecek ve sebep olarak da karşısına gazetecileri görecek. Fakat muharrirler de Alman Führer!inin bu insafsızca ithamına karşı iyi bir intikam almaktan geri durmuyorlar.
Bir İngiliz muharriri, Hitler'in bu nutkundan bahsederken, biraz sonra cereyan eden bir vak'ayı hatırlatıyor. Hitler İngiltere deki News Chroicle gazetesinin bir yazısından şikayet etmiş. Bu gazete Avusturalya üzerine yürümek üzere Bavyera hududunda kırk bin lejyonerin hazır halde beklediklerini yazmış. Hitler hemen köpürerek 'Bu zehri imal eden kimselerin uluslararası bolşeviklik yahudilerinden mürekkep bir ikilik olduğunu söylemekle bir taş ile iki kuş vurmaya, yani hem matbuatı, hem yahudileri halkın husumetine maruz bir hale sokmaya kalkmış.
İngiliz gazetecisi diyor ki ' Fakat üç hafta sonra, iki yüz bin Alman askeri tarafından Avusturalya'nın istilası News Chronicle gazetesindeki haberin doğruluğunu ispat etmiştir.'
Gazeteciler aleyhinde ki şikayetler yalnız nutuklarda, beyanatlarda kalmayarak diplomasi sahasına da intikal ediyor. Çünkü Hitler İngiltere ile Almanya arasında konuşmalara başlayabilmek için İngiliz matbuatının Almanya'ya karşı daha itilaf ister bir lisan takınmaları şartını koşmuş ve bunu Berlin'deki İngiliz sefirine tebliğ etmiş. İş İngiltere parlamentosuna aksedince, hükumet Almanya'ya karşı vaziyetini değiştirmesi için İngiliz matbuatı üzerinde baskı icra edilmeyeceğine dair teminat vermek mecburiyetinde kalmış.
Alman hükumet'inin matbuat hakkındaki düşüncesi Dr. Dietrich'in 7 mart 1938 tarihinde söylediği mühim bir nutkunda görüyoruz. Bu nutukta müdafaa edilen esaslı teze göre, matbuat asıl Almanya'da hakiki suretle hürdür. Kapitalist demokrasilerde böyle bir hürriyet yoktur. Çünkü Almanya hükumeti gazetecileri ferdi sorumluluğa tabi tutulmuş. Hürriyette sorumluluktan tevellüt edermiş. Bundan başka Dr.Dietrich 'Matbuatın tabi bir disipline riayet ettiği' memleketlerle matbuatta bir ademi tecavüz misakı imzalamaya hazır olduklarını da beyan etmiş. İngiliz muharriri bu dolambaçlı sözlerin gerçek manasını izah ederek 'Matbuatta tenkitten sakınmak için karşılıklı anlaşma metni yapmaktan maksat hükumet sansürünü milletler arası bir ölçü üzerinde genişletmekten ibaret.' Durum böyleyken matbuat yalancılıkla itham edilmekle beraber, Almanya'daki gerçek vaziyete dair doğru haberler verilmesine kimsenin bir diyeceği olmadığı da ilave edilmektedir.
Fakat burada zorluk Dr. Dcoebbeis'in bahsettiği bu gerçek vaziyet ile doğru haberlerin neler olduğunu kestirmektir. Times gazetesinin Berlin muhabiri gazetesine yazdığı bir mektupta 'Doğru bir surette havadis vermenin manasında ittifak edebilmek mümkün olsaydı ne iyi olurdu' diyor. Burası kestirmeye imkan olmadığı içindir ki, Almanlar canlarını sıkan gazetecileri, mesela ajans Havas muhabirini huduttan dışarı çıkarıveriyorlar.
Almanya'da sansür o kadar şiddet kazanmıştır ki Çekoslavakya vaziyetine dair İngiltere'deki kamuoyunun eğilimini Alman matbuatı aylarca konuşulmadan geçmeye mecbur kalmışlardır. Bu şiddet tabi yalnız Almanya'ya tekelinde değildi. Roma'daki Tribuna gazetesi'de bir gün el konmuş ve Paris'teki muhabiri geri çağrılmıştır. Çünkü bu muhabirin İtalya-Fransa münasebetine dair gönderdiği mektup hoşa gitmemiştir. Bu kadar şiddeti davet eden makalede ise iki memleket arasında dostane münasebetlerin muvafık olunacağından bahsediliyormuş.
Faşizm'in en gözde muharriri Musolini'nin fikirlerinin neşir vasıtası olan Gayda bile sansürün hışmına uğramaktan kurtulamamıştır. Geçen Ağustosta Giornale d'italia da Fransa aleyhinde yazdığı şiddetli bir makaleyi İtalyan sansürü gazetenin Roma'ya mahsus yayından çıkartmış, daha erken basılıp dağıtılmış olan taşra yayınlarını da toplattırmıştır.
Başka memleketlerin matbuatında ufak tenkitlere bile tahammül etmeyen gazeteler ise yabancı hükumetlerin dahili hallerine dair yanlış neşriyatta bulunmaktan kendilerini men edemiyorlar. Mesela Alman gazeteleri Danimarka'daki Alman azınlıkların lideri bulunan umumi harpte Alman ordusunda harp eden zatın Danimarka ordusunda hizmete mecbur edildiğini yazmışlar. Berlin'deki Danimarka sefiri bunun tamamen uydurma bir hikaye olduğunu temin ettikten sonra da gazetelerde hiçbir tekzip neşredilmemiş ve Danimarka aleyhindeki hücumlar devam etmiş.
Şu misaller bize gösteriyor ki gazetecilerin vaziyeti dünyanın hiç bir tarafında rahat değildir. Gazeteciler çile dolduruyorlar. Tamamen 'Vur abalıya' gibi bir vaziyet. Herkes kabahatini üzerinden atmaya ve gazetecilere yüklenmeye çalışıyor.
Sanırım yıl ne olursa olsun bazı şeyler değişmiyor, her mesleğin kendine has zorlukları var ama gazetecilerin işi oldukça zor....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder