22 Ocak 2016 Cuma

Berlin İntibaları 1939 8

NASYONAL SOSYALİZM DİNİ
 Müşterek bir dostun yanında, bir Alman mebusu ile tanıştım. Nasyonal Sosyalizm ve mebus? Bu iki tabir arasında bir münasebet bulunacağını o kadar unutmuşuz ki, Berlin' de 'mebus' kelimesini işitince adeta hayret ettim. Bu ne çeşit bir mahluktur? Yeni tanıştığım zatın yüzüne merak ile baktım. Almanya da mebus, bu sanki arabanın beşinci tekerleği. Başka memleketlerde bile ne işe yaradığı tartışma götüren bu mahlukun nazi rejiminde mevki ne olabileceğini zihnim bir türlü almıyordu. Konuşmaya başladık. Fakat bu zor bir şeydi. Benim pek kıt Almancam ile onun çok çetrefil Fransızcasını bir araya getirerek bir birimizin fikrini anlamak için bir vasıta temin etmek gereği vardı. Nazi rejiminde mebusların ne mevki vardır dememek için, Reihstag da işleri çok olup olmadığını sordum. Yorgunluktan şikayet etmedi. Fransızca olarak:      
 -Bizim yalnız bir hakkımız vardır, dedi ve cümlesini tamamlayarak, fikrini ifade edecek kelimeleri arar ve seçer gibi bir tereddüt vaziyeti aldı.  
 Bu tereddüt uzuyor, nazi mebusu bu yegane hakkın neden ibaret olduğunu anlatacak cümleyi bir türlü tertip ve ikmale muvaffak olamıyordu. Söyleşinin ilerleyebilmesi için, ona yardım etmek lüzumu artık hasıl olmuştu. Cümlesini, ben ikmal ettim:
 Size teklif edilen şeylerin hepsini tasvip hakkınız vardır değil mi?dedim.
 Kendisini bir zahmetten kurtardığıma memnun olmuş gibi, uzun uzun güldü. Fakat itiraz etmek bir görev idi.
 -Hayır dedi,  bu değil. Bizim bir imtiyazımız vardır, o da Führer'in söyleyeceği şeyleri herkezden bir hafta önce duymak imtiyazıdır.
 Yüzüne baktım, gayet ciddi idi. Şaka eder gibi bir tavrı yoktu. Nasyonel Sosyalist mebuslarının Führer'in söyleyeceği şeyleri sekiz gün önce duyma imtiyazını haiz olduklarını öğrenince, bir merakı gidermek istedi. Führer 28 nisanda Roosevelt'in mesajına cevap verecekti. 28 Nisana sekiz gün kalmıştı. Nihayetinde bütün dünyanın merak ile beklediği bu cevabı nazi mensupları duymuş olmak imkanı bulmuş olacaklardı. Onun için:
 O halde, rica ederim, dedim, anlatınız bana Führer 28 Nisanda ne söyleyecek?
 Muhatabım kendi sözüne mülzem olmuş gibi kahkaha ile güldü:
 -İşte yalnız bunu öğrenemedik, dedi.
 Bu sefer karşılıklı güldük. Birimiz Milli Hakimiyet rejiminin mebusu, birimiz Nasyonal Sosyalizm'nin mebusu olmakla beraber, meslek karşıtı derhal kendini göstermiş ve arada bir teklifsizlik başlamıştı. Alman mebusu bana kendi rejimleri hakkında biraz izahat vermek istedi.
 -Bizim Führer, dedi, nüfusunu, kudretini, otoritesini milletten almıştır. Fakat millete karşı mesul değildir.
Führer'in kimseye karşı mesuliyeti olmadığını bende biliyordum. Yalnız bunu felsefesini Nasyonal Sosyalistlerin ağzından dinlemek alakaya değerliydi. Cevap vermedim. Lakırtının sonunu dinliyor ve muhatabıma dikkatli dikkatli bakıyordum. Devam ettim:
-Bununla bereber, dedi, Führer'in büyük mesuliyeti vardır. Bu mesuliyet geçmiş insanlara karşı ve gelecek nesillere karşıdır. Mesuliyetin bu şekli hoşuma gitti:
-Böyle bir mesuliyeti bende kabul ederim dedim. Burada, muhatabım latife etmek istemedi:
 -Yok, dedi, mesuliyet mevhumu iyi anlaşılırsa, tarihe karşı mesuliyetin çok ağır bir şey olduğunda şüphe edilemez.
 -Sizin bu itikadınız var mı?
 -Tabii.
 -O halde, gerçekten bahtiyarsınız.
Muhatabım benim biraz 'sceptique' davrandığımı görünce, hafifçe içini çeker gibi oldu.
 -Bu bir dindir, dedi. Onun içindir ki, Nasyonal Sosyalizm ihracat malı değildir. Artık bundan sonra hiç bir mübahase ve münakaşaya imkan kalmamıştı. Bir ' Amentü' karşısında akıl ve mantığa yer yoktu. Bunlar bir birleri ile anlaşma imkanı olmayan iki yabancı dil idiler. Yani tanıştığım meslektaşı imanın neşesi ve saadeti içinde rahatsız etmedim. Sustum.
 Fakat içimden düşünüyordum. Alman milleti bu akıl ve mantığı, bütün rationalisme'i de inkar ederek, bütün insan haklarını, kendi haklarını çiğneyerek ve unutarak böyle bir imana sarılmak için ne kadar ıstırap çekmek, ne kadar ruhi ve ahlaki buhranlardan geçmiş olmak icap ederdi. Almanya etrafında çemberden bahsolunuyordu. Halbuki bu çemberi Alman milleti kendi eli ile yapmış, kendi eli ile ruhunun etrafında yükseltmiş ve bütün ümidi,sükun ve heyecanı ile buna sarılmıştı.
 Ne dereceye kadar samimi idiler? Bu soruyu sormaya kendimde hak göremiyorum. Samimiyetlerinden şüphe etmek için ortada bir sebep yok. Hatta kendi ihtiyarlar ile kabul ettikleri fedakarlıklar, onların bu yeni iman uğrunda her türlü ıstıraba katlanmaktan acı bir zevk duyduklarına bir şahittir.
 Devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder