26 Ocak 2016 Salı

Paranın Kokusu

Bugün Nizamettin Nasif'in yazmış olduğu değişik bir konuya değinmek istedim. Farklı bir konu değerlendirme yine Yedi gün dergisinde yazılmış bir değerlendirme yazısı.  Yorum sizin.

 "PARA VE ONUN KOKUSU TARİHİN HER DEVRİNDE HÜKMÜNÜ İCRA ETTİ. MEDENİYETLERİN BATIŞINDA, CİHANGİRLERİN MAHVOLUŞUNDA HEP ONU GÖRDÜK. MİLADIN İKİNCİ ASRINDA MARKÜS'LER, YİRMİNCİ ASIRDA STAVİSKİLER ONUN KOKUSU İLE SÜRÜKLENDİLER.

 Bu günkü Hatay'ın dört adım ötesinde on sekiz asır önce adına Palmira denen bir şehir vardı. Orengo nehrinin suladığı yemyeşil bir ülkenin ortasında, mermer sütunlarına hurma gölgelerinin şiirini tattıra tattıra gerinen bu şehir, her asırda bie medeniyet yaratmış ve yarattığı her medeniyeti başka topraklarda doğmuş olanların gözlerini kamaştırdığı yıkıp yerine daha muhteşem'ini kurmuş olan bir iklimin, insana, bir güzelde karar kılmayıp daima başka güzele, daha güzele, en güzele saldırmak arzusunu aşılayan bir iklimin en büyük gururu idi.
 Fena olmayan fakat en büyük değişim merhalesine ulaştığı anda dahi muasırlarının en iyisi olmayan Roma medeniyeti, bir gün, yüzlerce harp galerini Şarki Ak deniz kıyılarına yolladı. Bu galerler'den karaya çıkan bir ordu devrinin iyi askerlerinden sayılan Markus Aurelius'un emri altında Palmira'ya saldırdı.
 Şehir, endamı sütunlardan daha güzel, gözleri hurmalarının gözlerinden daha hülyalı ve zevki herkesin gözünü kamaştıran medeniyetten daha yüksek ve asil bir kumandan tarafından müdafaa edildi:
 Kraliçe Zenobia. Palmira'nın bu müdafaası pek meşhurdur. İlk bakışta en güzel ceylanın en yırtıcı kaplanla boğuşmasına pek benzeyen bu müdafaa, zaman zaman öyle şekiller aldı ki, Palmira öyle hakim dövüştü ki, bu ceylanın bu kaplanı paramparça edebileceğini ummak bile mümkün oldu. Fakat Suriye'nin anahtarını ele geçirip Irak'a, küçük Asya'ya ve Asya ortalarına yollanan kervanlarının kontrolünü ele geçirmek Roma için o derece hayati bir zaruretti ki Markus Aurelius yılamadı. Tırpanlanan on lejyonerin yerine Roma yüz lejyoner gönderdi. Eksilen yüz kahramanın yerine iki taze yay bulamayan Palmira, nihayet çırpına çırpına öldü ve ceylan Zenobia muzaffer Romalının esiri oldu.
 Romayı şarkı Akdeniz'in kıyılarından engin bir iç bölgeye sokan ve Roma'ya o günkü dünyanın en karlı ticaretini bahşeden zafer budur. Böyle bir zaferin kahramanı Roma'da Sezar olmazdı da kim olurdu? Ve Roma Markus Aurelius'u Sezarlık tahtına oturttu.
 Eğer Markus Aurelius'un zaafı olmasaydı, tarih her asırda sayfalarını karıştıranlara onu hep beğendirerek hatırlatacaktır. Fakat bu zaafı yani 'Paraya doymayışı ve rüşvet alışı' bu Roma kahramanının bütün meziyetlerini unutturmakta, vatanına yaptığı hizmetleri karartmakta ve hatta güzel sanatlara, fikre, felsefeye gösterdiği devamlı dikkatleri bir kalemde iptal etmektedir. Evet...Romanın muzaffer kumandanı, Palmira kuşatmasının ve bir çok harplerin kahramanı, devrinin en büyük imparatorluğunu ve belkide zeka ve bilgisine sahip olanı paraya öyle düşkündü ki, bu düşkünlük yüzünden beliren nefret işte hala hatırasını çamurluyor.
 Para hırsı, Markus Aurelius'u nerelere kadar düşürdüğünü bilir misiniz? Kumarhanelerden umumhanelerden gümrük ve alışveriş vergisi almaya kadar. O zaman kendisini sevenler, oğlunu tahrik ettiler:
 Git babana söyle dediler, bu gidiş fena gidiş, halkın nefretinden korksun.
 Oğlu babasına gitti söyledi.
 -Sezar, Ahlaksız kumarcının çaldığı paradan ve en sefil kadının avcuna konan paradan iğrenmiyor musun?
 Markus Aurelius'un cevabı meşhurdur:
 Odasındaki fil dişi sandığından bir altın çıkartıp oğlunun burnuna uzatır:
 Kokla şunu? Çocuk koklar.
 -Ne kokuyor?
  - Hiç baba...
Bunun üzerine Aurelius kaşlarını çatarak gürler:
 -Defol, Haydutların elçisi. Görünme gözüme. Paranın kokusu olmadığını bilmeyen hayvan. Defol. ..Tarihler, parayı kokusuz sananların hiçte az olmadığını göze vurur. Roma'dan sonra Bizans, Emevi ve Abbasi saltanatları ve Osmanlı İmparatorluğu, Fransa Krallığı, Habsburg İmparatorluğu bize para kokusunu alamayan bir hayli burun tanıtmıştır.
 Fransız Bourbon'larının en meşhur hükümdarları on dördüncü ve onbeşinci Lui'ler, Emevilerin tanınmış İmparatoru Abdülmelik bin Hakem, Bizans'ın bütün İmparatorları, ve vasilissa'ları paranın pisini ve temizini ayırt edememenin nice nice numunelerini vermişlerdir.
 Osmanlı sarayında rüşvetin protokolde yeri olan ne mel'un bir illet olduğunu içimizde bilmeyen yoktur.Taçlı başların bu illete tutulmasından ne elim neticeler doğurduğunu da biliriz. bu illet en tehlikeli toplumsal marazdır ve derhal sirayet eder. Padişahın rüşvet aldığını sezen sadrazam çalmıştır, sadrazamın rüşvet aldığını bilen vezir çalmıştır, şeyhülislam, kazasker, kadı, subaşı çalmıştır. Ve bu illet nesilden nesilden sirayet ede ede  İmparatorluklar çürümüştür, saltanatlar tutunamamıştır.
 Toplumsal binalar ard arda devrilmiş, yıkılmış ve yerlerinde yeller esmiştir. Bütün toplumsal buhranların, bütün milli çöküşlerin sebeplerini eleyiniz, eleğin üstünde kalan en mühim sebep daima şu olacaktır:
 'Pis paranın kokusunu alamamak' Bununla beraber, birbirini kovalayan rejimler, hep bu felaketin birer tepkileri halinde doğdukları halde, her nedense bu felakete tutunmaktan kendilerini alamamaktadırlar.
 Buğday intikarı yaparak halkın gözünden düşen Bourbonların Paris'inde krallığı kendi yerine geçiren birinci ve ikinci İmparatorların tekrar saltanata ulaşan Bourbonların ve hatta üçüncü Fransız Cumhuriyetinin bu illetten kurtulamadığını görüyoruz. On dokuzuncu asrın sonlarında Fransa'da para ile nişan satan Cumhurreisleri görülmüştür.
Panama rezaleti Fransa'daki münevver siyasi aileyi akıllandırmıştır sananlar daha dün orada bir staviski  görmüşlerdir ve her gün  bir yeni staviski rezaleti görmektedirler. Şimali Amerika'daki insul rezaletinin bütün safhalarını yakından takip ettik. Ve işte daha dün bizde de rejimin çok temiz ve hükümetimizin çok dikkatli olmasına rağmen bir Ekrem konig rezaleti oldu. Romanya'da,Yunanistan'da, Bulgaristan'da, Rusya'da zaman zaman sezilen büyük skandallar hep bu illetin nüksedebilişine delalet eden örneklerdir.
Kuvvetli devletin hayatı, bu illetle devamlı bir mücadeleden ibarettir. Toplumsal tehlike böyle hadislere ara sıra rastlanmasında değildir, bu hadiselerle mücadele edilmemesinde ve bir nevi hadiselerin tabi addedilebilmesindedir.
 Harp zenginliğini kabul gören umumi harp, siyasi nizamı devrilmiştir. Niçin?
Haksız para kazanmayı tabi saydığı için, iktisadi sabitlemek ' para gelsin de nereden gelirse gelsin 'olduğu için. Roma'nın ve Roma  ülkelerinin Sezarı Markus Aurelius'un söylediği doğrudur.
 -Paranın kokusu olmaz.
Fakat Roma'nın ve Roma ülkelerinin Sezar'ı güzel sanatların, fikrin ve felsefenin büyük hamisi Markus Aurelius'un  bilmediği, kestiremediği şu idi:
 'Kokusu olmayan paranın pis kaynaklardan alına alına memleketi kokuşturduğu'
 İkinci milat asrından yirminci milat asrına kadar beliren bütün medeniyetlerin batışında, cihangirliklerin yerinde yeller esişinde tarih hep böyle bir kokuşma, hep böyle bir pis koku kaydediyor."
Gerçekten incelenmesi gereken bir konu başlangıçta güzel doğal bir kentle, paranın savaşına tanık oluyoruz sanırım para karşısında birde doğa savaşı var ki bu savaşı kimin kazandığı kimin kaybettiği yıllarca anlaşılmasına karşın yinede inatla aynı yere gelmek insanoğlu için ilginç olmalı.Bu değişir mi bilmiyorum Lidya'lılar bulduğunda böyle sonuçları olacağını tahmin ediyor mu idi onuda bilmiyorum ama yaşanılanlardan göze çarpan tek şey var onunla mücadele etmek üzerine yine aynı noktaya gelmek.Bu iki sınırı koruyamadığımız zaman bu böyle gider mi yoksa fark edilir ve yaşamın önemi gerçek sırrı anlaşılır mı bunu da bilmiyorum yaşadığımız gezegende yine bunu gelecek belirleyecek... Ve yine onu tarih sayfalarından insanlar okuyacak... Değerlendirecek...

2 yorum: