,

Motor şiddetle döndü, tekerlekler patinaj yaptılarve araba daha ziyade çamura gömüldü. Şoför sessizce gülerek bana döndü:
- E patron ne yapacağız?
-Başımı yağmurdan ıslanan kapüşonum dan çıkararak nerede bulunduğumuzu anlamaya çalıştım. Önümüzde hiç bir şey yoktu. Yalnız yağmur derede taşmıştı. Yağmurun bu kadar şiddetlisini hiç görmemiştim. Benim fikrimce en iyi çare bu tufanın dinmesini beklemekti. Düşündüğümü şoföre söyledim.
-Patron bu yağmur bir kere başladı mı dineceği zamanı bilmez. Sizin bu memleketi tanımadığınız belli dedi.
Doğru idi. Holywood' un yabancısı idim. Buraya daha ilk gelişimdi. Fakat' Ya demek Hollywood böyledir' diye hayretle bağırmadım. Çünkü size bahsettiğim tarihte 'Hollywood ismi bir şey ifade etmezdi. Daha kimse bu ismi işitmemişti.
- Bir kaç dakika önce yolumuzun üzerindeki bir sirk kafilesini geçmiştik,dedim, onlara git de sor bizi bu bataktan kurtaracak bir fil verirler mi acaba..Carl Laemmer için olduğunu söyle, belki beni tanırlar
. On dakika sonra fil geliyordu. Hem de koca Jumbo adındaki en irisi. Bir kaç saniyede bizi bu bataktan çıkardı. Ayağımı toprağa basınca fili güden adamın kuvvetle ellerini sıktım, adam da:
- Mösyö Laemmer size faydalı olabildiğim için çok mesudum.Biz eski tiyatrocular birbirimizin yardımına koşmayı görev biliriz, dedi.
Bu kelimeler hala yağan yağmura karşı duyduğum öfkeyi kısmen unutturarak, kuvveyi maneviyemi arttırdı, hakikaten ben uzun zaman tiyatro ile uğraşmış bir adam değildim. Hatta bundan 3 sene öncede hazır elbise tüccarı idim. Şimdide 44 yaşında olmama rağmen film çevirmek için uygun yer arayan bir sinemacı idim. Hollywood'a geldiğim zamanlarda bu şehir yapacağım iş için, belkide yer yüzünde en az müsait olan bir yerdi
.YİRMİ YEDİ SENE ÖNCE HOLLYWOOD
Ertesi gün güneş parlıyordu.. Memleket mükemmel görünüyordu. O zamanlar Hollywood, gittikçe büyüyen Los Ancelos'un uzak bir banliyö mesafesinde ve birbirinde ayrı bir kaç bungalow' dan ibaret bir köydü. Hele şimdi Broadway- Piccadilly veya Champs-Elysdes meşhur bir cadde olan Hollywood bulvarı o zamanlar tozlu, manzarasız, çorak bir sokaktan başka birşey değildi.
Bundan 27 sen önce Hollywod'un sakinleri, birbirinden ayrı mesafelere serpiştirilmiş kaba ve ahşap evlerde yaşarlardı. İnsan kendini adeta küçük çocukların kampında zannederdi. Hollywood, Kloudyke'in bir türlü göremediği, büyük altına hücum merkezi olmadı mı? Ve ben 5.000 kilometre kat ederek yağmurlu bir gün geldiğim bu şehirde bir nevi altın arayıcısı değil mi idim? Eğer o zaman ki Hollywood sakinlerine yapmak istediğim işten bahsetmiş olsaydım, onda dokuzunu, sinema adı verilen bu yeni endüstriye kredi açmazdı. Zaten çoğu işini gücünü terk etmiş, son günlerini rahat ve sakin geçirmek için buraya yerleşmiş küçük tüccarlardan ibaretti, eğer onlara evlerinin arsalarını birkaç sene sonra satarak servet sahibi olacakları söylenmiş olsaydı hayret ederlerdi.
Ben Hollywood' un bir çöl halinden yavaş yavaş kurtulduğunu gören insanım ve hala hayretler içerisinde kalmaktayım. Hollywood'un şahısları benim icadım la meydana gelmişlerdir. Bir sürü yıldızların doğduğunu,parladığını ve söndüğünü gördüm. O zamanlar milyonlarca seyircinin pirestişini kazanmış yıldızlar yoktu. Fakat sinema mevcuttu ve ben Amerikanın bir köşesinde gittikçe artan ve heyecanlanan bir halk kitlesi için film yapmakla meşguldüm. İşe ilk başladığım zaman, her kim en az kar getiren mesleğini feda edipte böyle karanlık ve şüpheli bir işe kalkışsa idi onu çılgın zannederlerdi.
Üstünde 30 sene geçti. İşte ben size bu 30 senenin hikayesini anlatacağım. Universal şirketinden istifa etmiş bulunmaklığım, bu sırları size nakletmek için bir vesile oldu. Artık tamamiyle serbesttim. Bana
-Yıldızları keşfeden adam diyorlar. Doğrudur. Ben ilk defa büyük şöhretler keşfedip onlardan istifade eden, onlara önemli miktarda para veren adamım. Bazen yaptıklarımdan nadim olmakla beraber şimdi görüyorum ki bunlar zaruri imiş. Evvel ve ahir, sinemada dünyanın perestişini kazanan, büyük şöhretlerin doğmasına mecburiyet ve ihtiyaç vardır. Ben size bu insanların hikayelerini, bu şehri ve endüstriyi gördüğüm ve yaşadığım gibi anlatacağım.
Hazır elbisecilikten, sinema direktörü oldum. Bu fikir bana 40 yaşına yaklaşırken birden bire geldi. Halbuki bence bu yaş ölüme bir basamak teşkil etmektedir. Gençlikten çıkıp da ihtiyarlığa ilk adım bu yaşta atılır. Kendi kendime, ben ancak bu yaşta bir hamle yapabilirsem yaparım, yoksa artık hiç diyordum. Şikago' ya yakın Oshkosh'da bir elbise mağazasının direktörü idim.İşte bu devirde: William Fox ütücü idi ve Samuel Goldwyn eldiven taciri, Adolphe Zukor da kürkçü idi. Oshkosh2daki mağazam, Şikago daki büyük bir ticarethanenin şubesi idi. Sahipleri de karımın akrabaları idi. İşler parlaktı. Bana da kardan hisse veriyorlardı. Mükemmelen kazanıyordum. On bir senelik sıkı ve çetin bir didinmeden sonra 3.555 dolar biriktirebilmiştim. 17 yaşında Amerika'ya meteliksiz gelmiş bir adam için bu bir başarı sayılırdı. Buna rağmen memnun değildim. Bir zamanlar serserilik etmiş, şişe yıkayıcısı olmuş, balyacılık bile yapmıştım. Bu vaziyetim beni tatmin etmeli değil mi idi.? Hayır daha iyisini istiyordum.
Şikago'da Cochrane adında birisini tanıyordum. Orada ilancılık ile meşguldü. Bana daima nasihatler verirdi ve bende bunlardan çok faydalar görmüştüm doğrusu. R.H.Cochrane şahsiyet sahibi idi. Gerek o gerekse ben birbirimizin hayatında önemli roller oynamışızdır. Bir mektubumda ona hislerimden bahsetmiştim ertesi gün cevap geldi
:- Kırkına gelinceye kadar kendi adına iş göremeyen bir adam hiç bir zaman başarılı olamaz' İşte bu nasihat, şimdiye kadar gömdüğüm hayat tarzımı değiştirmem için beni kafi derecede tahrik etti. Derhal, karımın dayısı ve patronum olan Sam Stren' i görmek kararı ile Şikago'ya hareket ettim. Maaşımın artırılmasını isteyecektim. Kendi kendime' İşte hayatta benim dönüm noktam burası olacaktır'^diyordum. Dönüm noktam oldu ama düşündüğüm gibi değil.. Stern ile konuşmaya başlayalı beş dakika olmamıştı ki ikimizinde seslerimiz yükseldi. Yükseldi ve bağırmaya çağırmaya kadar ilerledik:
- Peki...Madem ki öyle... İstifanızı kabul ediyorum.
İşimden çıkarılmıştım. Bunu karıma nasıl söyleyecektim? Karım bu haberi duyunca sadece dedi ki: İyi yaptın..Bir kaç zaman geçinceye kadar paramız var.Haydi Şikago'ya gidelim. Orada talihimiz belki açılır. Daha iyi bir iş buluruz.
Kafamda gelişi güzel fikirler de vardı. Bir mağazada 'Edison'un Cinetoscope isminde yeni ve harikulade bir aletten bahseden bir ilan görmüştüm. Ben bu olayı Jules Verne' in muhayyelesinin mahsulü bir hikayeye benzetiyordum. Bunu yazan adam acaba bu yeni çıkma aletin ticari kıymetini ve kendi hesabına bundan istifadeyi bilen bir adam mıdır diye düşünüyordum. Bununla beraber bu fikir muhayyelemi kapladı. Bu aletin gazetecilerin gözünden kaçan,kabiliyetlerini düşünmeye ve bulmaya çalıştım.
İLK SİNEMAM
Cochrane'i görmeye gittim. Beni hararetle karşıladı
.- Gördün mü işte, dedim, artık işsiz güçsüz bir adamım.
- Zararı yok..İlk adımı atmışsın, patron hesabına çalışma artık, kendi hesabına iş gör. İşte mantık muhakeme.
.- Ne iş göreyim?
Bir aralık tek fiyat üzerine satış yapan bir mağaza açmayı düşündüm, bu konuda yeteneğim de eksik değildi fakat bu fikir o zamanlar birkaç kişi tarafından tatbik edileceğine göre yeni sayılmazdı
. -Sinema için ne düşünüyorsunuz?
Muhakkak ki bundan bahsedildiğini işitmişti ama hiç bir film görmemişti. Ona 1905 de ilk defa gördüğüm bir filmin tahsilatını anlattım. O zamanlar film, bir birini takip eden kafa ve titrek resimlerden ibaretti. Bu beni çok düşündürmüştü. Hatta salondan en son ben çıkmıştım, çıkıncada gözlerim semada düşünüyor hayal ediyordum. Nihayet Cochrane benim bu heyecanıma ve düşünceme iştirak etti. Bir ay sonra Şikago da Miwaukee Avenue'de bir salon kiraladım. Onu sinemaya tahvil ettim. Bir muteahhitten 200 sandalyede kiraladım. O zamana kadar, konforsuzluğu ve bilgisizliği yüzünden filmler pek ender, mahallelerde oynatılıyordu. Salonların havası pis kokulu ve mikroplu idi. Başarılı olabilmek için bu salonların şekillerini değiştirmek, daha cazip bir hale koymak lazımdı. Bende sinemanın salonunu uygun bir şekle koyup bir takım konforsuzlukları giderdim.
İlk sinemanın ismi 'Beyaz Cephe' idi. Hariçteki parlak cephesi üzerine yapılan sade ve temiz bir dekorasyon dahilinde temizliği ve intizamı hakkında iyi bir fikir veriyordu. Burası artık kadınların elbiselerinin yırtılmadan girebilecekleri ve oturdukları zaman mantoları na ( Chewing-Gumm) 'A merikan sakızı' yapışmayacağı bir yere benzeyebilmişti. İlk temizlik alameti olarak seans aralarında sinema perdesi üzerine şu ilanları aksettiriyordum:
' Rica ederim yerlere tükürmeyiniz'
' Oyun esnasında ıslık çalınmaması rica olunur'
' Sarhoş müşteriler kabul edilmez'
Bu gayretimi mükafatını gördüm: Başarı o kadar fazla idi ki, iki ay sonra öncekinden daha sık bir sinema açmak zorunda kaldım. Bunun adınıda 'Aile tiyatrosu' koydum.
LAEMMLE FİLM ŞİRKETİ
Geçmişe baktığım zaman, daima birbirini takip eden tenkit edilecek hallerle karşılaştığımı hatırlarım. Bir defadan fazla mahvolmuş bir hale geldim. Fakat her defasında zorlukları yendim. Bilmem acaba gayretli bir adam mıydım, yoksa talihim mi daima yüzüme gülüyordu? Her ne ise, insanı bir sürü vartalardan atlatacak, bilhassa iş adamlarının yutmasından kurtaracak meziyetlere sahiptim. İlk karşılaştığım sıkıntı: Film kıtlığı oldu. O zamanın bir kaç stüdyosu, talebi karşılayacak kadar kurdela yapmıyorlardı, diğer taraftan filmleri tevzi eden acenteler çok gevşek hareket ediyordu. Müsirran talep eden yeni filmlerin ihtiyaca yeterli gelmemesi yüzünden şimdi de mevcut olan 'Film trust' kumpanyası ile tartışmalarımız olmuştu.
Bu sıkıntıdır ki bana, film imal etmek fikri verdi. İşte bu nedenle bende Hollywood'un yolunu tuttum. Şikago'da bir filmin derhal satışının iki sinemamda oynanışından daha fazla kar bıraktığını gördüm. Film kiralamanın da istifadeli bir iş olduğu gözümden kaçmadı. Bende derhal kira üzerine iş yapan bir şirket kurmayı kararlaştırdım. Fakat sermayeye ihtiyacım vardı. Bu seferde arkadaşım Cochrane'a müracaat ettim. Uzun tartışmalardan sonra arkadaşım ve karısı biriktirdikleri parayı son meteliğine kadar bana emanet ettiler ki aşağı yukarı 500 dolardı. Bu para benim şahsi sermayeme eklenince 'Laemmle film şirketi' nin hareket noktası oldu. İşte bu an 30 sene devam eden bir şirketin tesis tarihi oldu. 500 dolarlık iştirakle Cochrane şirketin onda bir payına sahip oluyordu. Üç sene sonra sermaye 12.000 dolara çıktı. Ve son zamanlarda (Universal Pictures Company) şirketinin reisliğinden ayrıldıktan sonra Cochrane benim halefim oldu.
Film arayıp getirmek için Avrupa ya birini gönderdik. Bu adam daha dönmeden bütün direktörlerini davet ederek bir toplantı yaptık ve burada gelecek olan filmin şimdiye kadar görülen en büyüğü ve en mükemmeli olduğunu ilan ettik. Fakat adam geldiği zaman maalesef Avrupa dan getirilen filmlerin hiç bir kıymeti olmadığını anladık. Şaheserler oynatacağımızı ilan ettiğimizden utanmıştık. Film gittikçe artan bir sukut içinde seyrediliyordu, arada sırada sabırsızlık ve hiddet homurtuları bu sukutu bozuyordu. Artık kendimizi mahvolmuş addediyorduk. Fakat bu sırada halkın dikkatini çeken bir kurdela geçti. Gayet kısa bir filmdi ama halk hoşlanmıştı. Memnunluktan bağrışıyordu. Acaba bu gürültüye neden ne idi? Film basit bir süvari hücumu idi.
FİLM YAPMAYA BAŞLIYORUM
Hiç de iyi bir sonuç vermeyen bu film işi bize yalnız bir şey ispat etti, o da. İyi filmlere sahip olabilmek için film imal etmek lazım geldiğini... Fikir bir defa meydana atıldı, kuvveden fiile çıkarmak kalıyordu. Bir kaç gün sonra Şikago'lular her yerde şu ilanı okuyorlardı
:'Carl Laemmle müstahsi oldu. Laemmle film kumpanyasından ayrı olarak yeni bir film şirketi kuruluyor' Diğer ilanlar bunu ardından yetişti. Bir çokları 'Kendi' güzel stüdyolarımızda yapılacak olan 'Supers Films' ler vadediyordu. Bu sırada stüdyolarımızı açacak yer arıyorduk. İlk stüdyomuz New York!da Bowary' den pek de uzakta olmayan 14. caddede kaindi, bu meşhur mahalle bir film konusuna da teşkil etmiştir. Binanı sahibi ayda 200 dolar istediği halde biz ancak 100 dolar verdik. Şirketimiz ilk defa hiç de sevmediğim 'Yankee Film Kumpanyası' ismini aldı. Nihayet 'İndependant Moving Picture Co' veya İ.M.P. ye dönüştü. Bu firmayı bütün dünyaya tanıtmak ve meşhur olmasını temin etmeyi kararlaştırdık. Zaten İ.M.P. ingilizce de 'Şeytanlık' anlamına geliyordu. Biz de bunu kendi armamız olarak kabul ettik. Bu fikri bize bulan adama 5 dolar verdik. Devam edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder