Şimdi sinema tarihinin canlı bir örneğini teşkil etmektedir. Bu film halihazırda, asri sanatlar müzesindedir. İşte bu film için yaptığım ilan:
'Ruhum ümitle, kalbim gurur ve heyecanla dolu olarak İ.M.P. ürününden ilk filmi ilan ediyorum. 25 ekim pazartesi.
Acenteler ve sinema direktörleri, ilk filmin bir an önce meydana çıkmasını tacil etmemi rica ettiler. Hepsine şöyle cevap verdim:
- Hayır, ben yemeği iyice pişirmeden sofraya getirenlerden değilim.
Filmin tamamı ile kusursuz olmasını temin için haftalarca onu islah etmeye çalıştım. İşte şimdi size'Hiawatha' yı takdim ediyorum, uzunluğu 375 metre.Harici manzaraları Dacotach'daki Minnehaha şelalelerinde çekilmiştir. Filmin iyi olduğundan emin olabilirsiniz. Aksi takdirde bu filmi ürünüm olarak çıkarmazdım. İsmi konusunun ne olduğunu ne olduğunu yeteri derecede anlatıyor. Longfellow'un bir eserinden alınmıştır.Bu film gerek temsil gerekse fotoğrafı itibarı ile şaheserdir' 'Hiawathe' dan sonra, Amerikan zihniyetine uygun komik filmlerde yapmak arzusundaydım.'
' Önce Hiawathe' yı görünüz bu filmle Amerikan sinemacılığında yeni bir devre açılmış bulunuyordu. İmza Carl Laemmle.'
Amacım şu olmuştu:
İnsan dehasının düşünebileceği ve insan yeteneğinin tatbik ve tahakkuk edeceği mükemmel filmler yapmak. İlk film 25 ekimde çıktı. Bu tarih babamın doğum yıl dönümüdür. Hiawathe büyük bir film olmuştu. Uzun değildi. 150 dakika sürüyordu, fakat o zamanda bu bir rekor addedilirdi. Miannehha şelalelerinin hikayesi idi. 26.000 franga mal olmuştu. Metteur en scene' i William Ranous' du. Karısı filmdeki kırmızı derili kadın rolünü otnuyordu. Baş erkek rolüne gelince bunu da kollarını fazla hareket ettirdiği için kimsenin tanımadığı Brodway aktörlerinden biri temsil ediyordu. Bu film o kadar büyük bir başarı kazandı ki dilimizde şimdiye kadar mechul olan ' Wold Colossel' kelimesinin girmesine neden oldu.
Mary Pickford' a tesadüf ediyorum, kendisine haftada 175 frank teklif ediyorum. Bana deli nazarı ile bakıyorlar. Bilmem ki şimdi Mary Fickford' u tanımamış olsaydık onun için nasıl bir sıfat kullanırdık. O zaman kendisi bu mevki almaya en fazla layık bir kimse idi. Nitekim başarısının yalnız ekranda değil, senelerce seyircilerin kalplerini tesir ederek gösterdi.
İlk defa onu ufacık, hissi bir film de görmüştüm. Yırtık pırtık elbiseler içerisinde küçük bir gazete satıcısı rolü oynuyordu. Günlük kazancı bir kör dilencinin çanağına atmak için uzun bir merdivene sürüne sürüne tırmanıyordu. Bu dakikadan itibaren Mary Pickford'un çehresi her yerde beni takip etti. Angaje etmeye ve onu meşhur bir yıldız yapmaya karar verdim. 'Biograph' adında başka bir kumpanyada haftada 100 dolarla çalışıyordu. Her ne pahasına olursa olsun onu kendi kumpanyama almayı istiyordum. Kendisine haftada 175 dolar vermek zorunda kaldım. O zaman kadar hiç bir sinema artisti bu kadar yüksek para almamıştı. Şeriklerim bana itiraz ettiler. Diyorlar ki:
Bizim için yıldızlara gerek yok, yıldızlar bizi mahvedecekler
. Küçük Mary'ye böyle bir meblağ verdiğim ve onun meşhur olması için gayret gösterdiğim zaman bilmeyerek bir ' Yıldız usulünü' meydana koymuştum. Bu usulü bulduğuma pişman oldum. Fakat bundan nasıl kaçınılabilir ki?..Halkın tercih ettiği ve sevdiği bir artistti sevmesine nasıl engel olunur?..Daha o zamandan bu yıldızlara ileride vereceğimiz muazzam paraların herkesi hayrete düşürebileceğini tahmin etmiştim. Her ne olursa olsun Mary Pickford' a ilk tesadüf'ümü hiç bir zaman unutamayacağım. Bana şimdiye kadar hiç bir yerde görmediğim çok güzel ve çok sevimli bir çocuk hissini verdi. Bugün de hala onu eski hali ile hatırlarım.

-İş adamı gibi bir kadın idare edilen yıldızın ailesi:
Maty Pickford'un daha fazla para vererek, rakip bir kumpanyadan ' Çaldıktan' sonra, şimdi onu kaçırmamak, daima elde tutmak için çareler bulmak lazım geliyordu. Mary 18 yaşında idi. Altın saçları ile masum tebessümü onu daha küçük gösteriyordu. Ancak pek tecrübeden mahrum sayılmazdı, hatta aksine yanında harikulade işten anlayan birde annesi vardı.
Mary'nin Lottie adında bir ablası, Jack isminde de bir erkek kardeşi vardı. Ailenin gerçek ismi Smith idi. Jack, Saint-Francis askeri okulunun derslerini takip için Toronto'dan New-York'a gelmişti. Fakat orduya gireceği yerde aktör oldu. İki tiyatro piyesinde oynadı, sonunda da sinemacı oldu çıktı. Lotte'ye gelince o da çok genç yaşında kendini sinemaya hapsetti. 'Biograph' stüdyosunda kız kardeşi ile çalışıyordu zaten, sonra evlenmek için sinemayı terk etti. Bununla beraber Mary'nin çevirdiği bir kaç büyük filme eşlik etmişti.
Mary'nin asıl ismi Glady idi. Bu namı kendisine ilk defa tiyatro sahnesinde çıktığı ' Para Kralı' piyesinde verilmişti. O zaman daha 5 yaşında idi. Halbuki ilk defa sinemada. 16 yaşında iken ' Dorothy Nicolson' adı ile göründü. Birinci filmi ' İlk bisküviler' adında küçük bir komedi idi, burada ufacık bir rol oynamıştı. Hatıratımın başlangıcında da bildirdiğim gibi, Mary' ye Biograph kumpanyasından daha fazla para verdiğim için, rakiplerimi çıldırtmıştım. Aynı zamanda baş erkek rollerini oynayan King Baggot'nun da kendisinden daha fazla para alan bu genç kızı kıskanmaması için gündeliğini arttırmıştım.
Mary Pinkford için yaptığım reklam diğer film yapan firmaların hoşuna gitmiyordu.İsim ekranda gösteriliyor, sinema binasının cephesi büyüklüğünde hem de elektrikli, rengarenk harflerle yazılıyordu.
-Bunu yapmaya hakkınız yok, diyorlardı, onlara şimdiden yüksek ücretler teklif ederek gururlarını okşayacak olursanız şımarıp başımıza çıkacaklar. Sonra da sizi mahvederek bizi de açtığınız bu felaket çukuruna sürükleyecekler. Bizim yıldızlara ihtiyacımız yok.
Halk kahramanları sever. Fakat halk yıldızları seviyor ve istiyordu. Ben bunu farkındaydım. Ama şimdiki gibi, bir filmin 35 milyon franga mal olacağını tahmin etmiş değildim, yalnız sinema sanayinin parlak ve muhteşem bir geleceği olacağını anlamıştım. Her şey halkın elinde idi. Onu alakadar etmek lazımdı. Bunun içinde onlara tapacakları yıldızlar çıkarmak elzemdi. Film sanayinin yükselmesi ve yayılması için başlıca esas:
Yıldız yetiştirmektir, çünkü yıldızlar doğrudan doğruya halkla temas dadırlar. Senaryo da, elbette önemlidir. Metteur en scene' i(yönetmen) de unutmamak lazım. Esasen bunlara çok para veriliyor, fakat herkesin dikkatini çeken kimse ekranın üzerine çehreleri akseden yıldızlardır. İnsanların yüzde doksanı sinemaya, sevdiği, takdir ettiği yıldızları seyretmek için gider, Filmin ismi, senaryoyu yazanın adı, sahneye koyanın kim olduğu onlar için önemli değildir. Bir film de halkın memnun olması ancak o filmi çeviren yıldızı sevmesi ile kaimdir.
Halk sinemaya, Greta Garbo, Marlene Dietrich, Gary Cooper, Ginger Rogers, Charles Laughton, İrene Dunne, Clark Gable, Claudette Colbert, Robert Taylor, Marie Oberon veya Paul Muni'yi görmek için gider. Çocuklar da Mathurin'i görmeye gitmek için. Herkes bir erkek veya dişi kahraman arar. Bu nedenle halka, hoşuna giden yıldız verilince bizim yıldız yaratmak konusunda rolümüzde Frankenstein' kinden farksız olacak. Biliyorsunuz ki canavar yaratan bu adam sonunda kendi yarattığı şahıs tarafından mahvedilir
. Çok defa bizim görevimizde aynıdır. Akla, hayale sığmayacak ısrar ve kaprislerine tahammül edemediğimiz, yıldızlar olduğu halde yine onlardan vazgeçemeyiz. Mary Pinkford ile de daha başlangıçta aynı vaziyet hasıl oldu. Daha ilk gördüğüm zaman da sevdiğim ve hala da sevmekte devam ettiğim bu güzel çocuk yüzünden, itiraf edeyim ki bir çok baş ağrılarına katlandım. Örneğin tam kontratı imzalamak üzere iken partnerim Owen More de benimle beraber oynayacak deyiverdi. Yaşının küçüklüğü yüzünden kontratın hiç bir değeri olmadığını bildiğim halde onun imzaladığını görmek için derhal arzusunu kabul ettim.
Devam edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder