29 Ocak 2016 Cuma

Giresun Şairi Can Akengin'le 'Giresun'da Eski Tiyatrolar' 1926

Bugünde Giresun şairi Can Akengin'in 1 haziran 1926 yılında İzler dergisine yazmış olduğu Giresun da Eski Tiyatrolar adlı yazısını paylaşayım dedim. Umarım beğenirsiniz.

 -Sanki siz gitmediniz mi?
 -Giderdik, giderdik ama ' peçeli kadınlar', 'paki damenler', 'seksen günde devir alemler', gibi 'müthiş cani dramları' ve ' yeni yeni kantoları' görmek için değil.
 -Ya.
- Halkı, bilhassa üçüncü mevkide kileri seyretmek amacıyla.-......Evet loca mızı daima onları görebilecek taraftan seçerdik. Sahne, parterden fışkıran, tavandan yanan ışık tufanı içinde canlanan peyzajı, can yakan aşiftesi ile göz alır, gönül avlarken bizi,-Selahaddin, Şükrü, ben yalnız üçüncü mevki ile alakadar olurduk.
Onların çoğunu köy bıçkınları teşkil ederdi. Ve tahta sedirlere öyle dik, öyle bir tuhaf dizilişleri...Birbirlerini dürten dirsekleri, eğilip fısıldaştıkları öyle acayip bir gizli işler vardı ki...bayılırdık. Dilberlerin çeşit çeşit boyaları, marifeti...Dolgunluğu, yığın yığın göğüs vatkaları ile arşın arşın baldır bantlarının malı olan sahne sürtüklerine dikilen dikilen o yağlı bakışların, keskinliği, aç gözlülüğü, hart hart ısırganlığı ne idi,
 Yarabbi....Bütün tiyatro halkı efeliğin efesin den daha çok fettan rakının gıdıklayıp kuruttuğu ahlara, oflara, çılgın bir şehvet kasırgasına tutulmuş loca kaplamalarında kamçı şıklatır:
- Yaşa..
 -İsterük...
 - Bir daha, daha çok... nağmeleri ile avuç patlatırken...Bizin kahkahalarımız üçüncü mevkidekiler için çınlar, bizim ellerimiz yalnız onları cippanlardı(alkışlardı).  Bu gün şimdi bu anda, araya bir çok yıllar girmesine rağmen, gözlerimi yummadan onları görebiliyorum ve sinsi zalim senelerin benden uzaklaştırdığı o saygısız, engin sevincim ile işte bakınız yine gülüyorum...Eğer sizde...
 -Maksadı unutuyorsunuz.
 -Bilakis, bilakis tam içindeyim... Eğer sizde asi gönlünüze uyarak başınızı alıp yad ellere savuşmasaydınız ve bu sebepsiz gurbet, kendinizi memlekete yadırgatacak kadar uzun sürmese idi, bizimle akranlarınızla yaşamış olsa idiniz derhal üçüncü mevki müşterilerini hatırlar ve böyle tıpkı bizim gibi kahkahalarla gülerdiniz. Hayal ediniz ki bir kere, basık locaların saçaklayıp gölgelediği o kuytu yer ki, kulak arkalarında uç verip filizlenen mavi çemberlerin dolandığı sivri fesliler le... Yardan ayrıldım fiskeli sivri ve simsiyah fesli vuslat müşterileri ile tıka pasa doludur.
 İçlerinde imanım açık gel, tarzı bağlanmış, şöylece, binin yarısı beş yüz tarzında, gelişi güzel omuza atılmış sırma başlıkları da eksik değildir. Gözler büyümüş, devirmileşmiş adeta birer can kurtaran biçiminde karar kılmıştır. Renkler belki boşluğun yardımı ile çok kaçık, ağızlar şüphesiz hascak ( güzel)  kızın tesiri ile haddinden ziyade açıktır...Birer büyük majiskül (büyük harfle yazılmış  yazı) 'O' ya benzeyen bu ağızların arasında, ayrılıklarını çöp tenekesine atılmış limon kabukları gibi çarpık çurpuklarını da seçebilirsiniz. İçi boşalmış, kepezli ve koskocaman vapur midyalarını andıracak kadar post bıyıkları, yılışıkları da kahkahalarınıza caba dır. Vücutlar estantane resimler misali, yani hareket anında katılmış gibidir...
Yalnız bir tanesi vardır, her gece gelir ve dipteki yerini hiç değiştirmezdi. Gözlerini ' Şanı' da kıvrana büküle, kıvrıla döküle oynayan zorlu kıza bir hançer gibi saplayan ve daima, ağzını açan alt dudağını şiddetle ısıran bu ateşli, bu toy ve ter bıyıklı delikanlı çok ömür şeydi.. İnce, çevik  kurumuş vücudunu kurumuş bir cıdık kadar tetikte tutar, ellerini şey, hani zıpkaların kaytan kenarlı minik cepleri yok mu? İşte oradan hiç çıkarmazdı. İkide bir derin iç çekişinden ve öfkeli öfkeli nefes alışından -ta locamızdan- çıkardığıma göre o çocuk enayi değildi. Polisler ne ise ne... Zaptiyelerle karşılaşmayacağından emin olsa o yapacağını biliyordu. Bütün ' Şu herifler' şu gürültülü çalımlı korkak yumuşak şehirliler, nihayet bir sürüden hüd demeden kaçışacak sürüden başka ne idiler...
 - Güzel, çok güzel, fakat maksat? Azizim siz mevzu dağıtıyorsunuz.
-Bilakis dört ucunu şimdi kavradım ve artık bohçalıyacağım...Evet biz tiyatroyu işte bunları seyretmek için giderdik. Sahne ile hiç alış verişimiz yoktu. Zaten, yüzsüz, hoppa beylerden, Çapulalı kıvrak, yosma delikanlılardan, bilhassa o belalı '......' dan aman var mı idi... birazda biz ah oh çekelim, azıcıkta biz kaş göz edelim... Racon kesmek, afilli, edalı, bıyık burmak ve kinayeli kinayeli öksürmek sırası bir kerede bize gelsin? Ne gezer, ne gezer...
 Kantolar biter, düetler tükenir, feci dramlar güm güm devrilen (Bedri) ler ile nihayete ererdi. Sonra hayasız ibiş maktullerin üzerinden atlayarak sırık hizmeti ile sulanmadan..Daha ' Muhterem temaşa giran efendilerimiz yarın akşamda böyle teşri buyururlarsa düğünümüzü yaparız' demesini beklemeden biz, Selahattin, Şükrü, ben kalkar kapıda beklerdik. Beklerdik ki üçüncü mevki müşteriler ile birlikte çıkalım..Onlar, çok kavi, çok ihtiraslı, ' ah' larla birbirine abanarak kol çıkıp, çimdik atarak, taş merdivenleri üçer dörder atlarken, bizde peşlerine takılırdık, o kadar ateşli arzular, öyle yürek yakan özlemler ve tuhaf tuhaf temsiller işitirdik ki, neşemize sermaye, kahkahalarımıza vesile olurdu.
 Bir akşam... bütün teferruatı ile o günler aha gözümün önüne geldi, tekmili heyeti ile o büyük, o meşhur,'Osmanlı dram kumpanyası' nı işte görüyorum. Mevsim kış ortaları idi. Memleketin başı ' Anika' adlı bir fırtınanın uğultusu ile sersemdi. Bu iri, siyah gözlü levent endamlı Anika'nın, şıkır şıkır şaklıyan fıdıklarına olgun göbeğinin bütün orospuluklarını uydurarak dönmesi, oyundan ziyade bir gösteriş gaddar vücudunun imrendiren dolgunluklarını, gıcıklayan hatlarını bir teşhir edişti. O çirkin o kahpece kıvırmalar, o banal, o imalı etek açma ve bacak fırlatmalar herkesi mübalağasız söylüyorum, herkesi alt üst ediyordu. O akşam polislerin müdahalesi ile bastırılan bir kaç hatırı sayılır münazaa geçtikten. tiyatro binasını alkış şakırtıları 'Yaşa' nağraları  ile inim inim inledikten ve sahne sigaralarla, mecidiyelerle döşendikten sonra perde inmişti. Biz yine üçüncü mevki dostlarımızla çıkıyorduk. İçlerinden biri arkadaşının gümüş hamaylısını ( takı türü) çekerek:
 - Görüyon mu şeytan şehirlileri? dedi. adına tiyatro takmışlar, memleketin şark göbeğinde kadıları, kaymakamları, zabitleri, zaptiyeleri ile çatır çatır kız oynatıyorlar. Hem de kaçını birden..Şeytan şehirliler biz bir Fadimeyi..
.Alt tarafını dinlemeye gerek var mı idi?
Onların Fadimecikleri gözlere diken oluyor, çok görülüyordu. İşin içinde kodese girmek, yaralanmak hatta ölmek bile vardı. İnsaf ile düşünecek olursa uzun kış günlerinin, gençlik ve cehaletin, işsizlik ve ıssızlığın zaruri bir neticesi olan bu ' Kız oynatma' adeti bizim ' Tiyatro' adını verdiğimiz rezalet ve şehvet kaynaklarının yanında öpüp de başa konacak bir şeydi. Onlar hiç olmazsa köylerinin ismetine, büyüklerin ağırbaşlılığına hürmet ediyorlar, tenha yerlere, kuytu sağır dere içlerine çekiliyorlardı. Orası cesaretle beraber saygı ve mertliğinde hüküm sürdüğü bucaklardı. Pullu yaşmaklı Fadime, kömür gözlü, beyaz pamuk Fadime, ' Hoppalak' elleri ile sigara dağıtır, kadeh dolaştırır, bağlamanın çok içli, çok hovarda nağmelerine uyarak....
Lazutlar salkım saçak
Alçak boylusun alçak
 diye fincan şıkırtıları ile dönerken, hiç bir göz bir saniyeden fazla onun üzerinde tutunamazdı.
Halbuki biz.... Tiyatroyu bir cehennem yolu, bir ahlaksız pınar addeden babalarımız, bu görüşte çok haklı idiler.
-Bu görüş, ne yazık ki bugünde haklıyım iddiasında..
.-Elbette..Bize tiyatroyu nasıl tanıtmışlardı? Ve şimdiye kadar bu hususta ne yapıldı ki?
 Bir iki kömürcü sokağı süprüntüsü ile bir kaç Galata mahsulü, kaldırım dolu laternacıların birleşerek masum, mübarek Anadolu muza  gelip icrayı rezalet etmeleri, tiyatroya ahlakı umumiye ye açıktan açığa bir kast  ve en büyük küfürdü. Bunlara göz yuman bu uygunsuzları himaye, hatta teşvik eden o zamanın idare adamlarına karşı içimde halen sönmeyen bir hınç var.
 Fıdık çalıp göbek atmak, anıra, böğüre,' ilanı aşk' edip, bağıra böğüre cinayetler yapmak...  Tavan arasında çift sürmeler, kömürlükte çamaşır değiştirmeler gibi adi, yavan tuhaflıklarla bir yığın cinaslı laflar, soytarılıklar, kıç sallama ve teneke yuvarlamalar... İşte biz tiyatroyu böyle biliyorduk.Ve bunun için....
-Bunun için siz gazete yazarları bu fikirleri tashih etmelisiniz.
-Sözle yazı ile değil mi?
 Fakat azizim eğer gazetelerin ukalalıkları, nasihatları, tarif ve tasvirleri ile her iş olup bitseydi, yemin ederim ki dünyanın en ileri, en baş milleti şimdi biz idik, güzel güzel misaller getirmeye, tatlı şatafatlı, benzetmeler bulmaya, düzgün parlak söz söylemeye gelince, hiç özgünlüğünüz yoktur.
 İster misiniz ki şimdi eğreti bilgiçliğin, uydurma azametiyle kaşlarımı çatarak, efendiler diye başlayayım, ve bu meseleyi bıçak gibi kesip atayım?
-Efendiler, tiyatro bizim bildiğimiz nesne değildir. Aktör ve aktrisler bizim tanıdığımız serseri heriflere, sürtük karılara asla benzemezler, Frenk illerinde okul gibi, mabet gibi, tiyatroda muhteremdir. Tiyatro binaları belediye dairelerinden daha muhteşem, belediyelerin tiyatro tesisatı bir çok hükümetlerin bütçesinden daha üstündür. Prensler, Krallar aktörlerin dostlukları ile iftihar ederler. Onları sofralarında sağlarına alırlar, resimlerini salonlarını göze çarpan yerlerine asarlar, kart vizitlerini albümlerinin ilk sahifelerine iliştirirler. Asrımızın en büyük şairini ' Ateş' lere yakan büyük ' Düze' yi, İtalyanlar 'Daninçiyo' mertebesinde görüyor ve prestij ediyorlar.Bütün cihanın muhabbetini, hürmet ve takdirini toplayıp Fransa ya götüren ölmez 'Sara Bernar' ın kahraman ' jandark' dan acaba farkı var mıdır?
İşte azizim şimdi bundan ne çıktı? karşımızdakini tatmin şöyle dursun, alakadar edebildik mi sanıyorsun?
-Peki, o halde ne yapmalı, nasıl etmeli de 'Tiyatro'nun, güldüren, eğlendiren, ağlatan, düşündüren, her yaşta ve her tabakadan insanlar için, çok kudretli bir okul olduğunu teslim ettirmeli?
Canlı misallerle.
, - Ne gibi.
- Darül Beda-i ve Milli Sahnenin temsilleri gibi...Şükranla görülüyor ki, masum halk, şeytan köylünün dediği benzer ayarlamalarla nasıl üstün edildiğini yavaş yavaş anlatıyor. Bu gün temsil aleyhinde en yaman fikri olan kimse o zatı kandırıp bu temsillerden birine getiriniz, bütün kuvvetimle sizi temin ederim ki tiyatronun çok yüksek, çok hayırlı amacını derhal anlayacak ve...şüphesiz sevecektir.
Bu metni arkadaşıma çeviri yaptırdığım kadarı ile tam metin olarak yazmaya çalıştım. Anlatılanlar bir dönem yeşil çam filmlerini yaşadığı dönemi de anımsatmadı değil. Yorum sizin.Giresun'un aydın insanı şairi Can Akengin'i saygı ile anıyorum.

3 yorum:

  1. 👏 elinize emeginize sağlık..

    YanıtlaSil
  2. Can akengin hakkında bir bulunan bütün bilgilere ihtiyacımız vardır müge hanım lütfen bize ulaşın aftiel_666@hotmail.com

    YanıtlaSil
  3. Can akengin hakkında bir bulunan bütün bilgilere ihtiyacımız vardır müge hanım lütfen bize ulaşın aftiel_666@hotmail.com

    YanıtlaSil